Emperyalizmin Ülkemizdeki Yağma ve Sömürüsüne, GATT ve GATS Saldırılarına,
AKP Faşizminin OHAL’ine Karşı En Güçlü Barikat: Yüksel Direnişi (1.Bölüm)
Emperyalizm; halkları teslim almak için sürekli ve sistematik saldırı halindedir. Bu yöntemleri başlıklar halinde sıralayacak olursak:
1)Askeri
2)Siyasi
3)Ekonomik
4)İdeolojik
5)Kültürel
Yeni sömürgecilikle birlikte, ideolojik ve kültürel saldırılar ağırlık kazanmıştır.
Dünya halklarını teslim almak için kullandığı temel araçlar nelerdir?
1)İşkence
2)Hapishane
3)Katliam
Peki, bu yöntem ve araçlar emperyalizmin amacına ulaşmasına yetiyor mu? Elbette hayır!
Çünkü kapitalist ve emperyalist düzen, sömürü, katliam ve yağma üzerine kuruludur. Böyle bir düzen gayrimeşrudur.
Tarihsel ve siyasal olarak haksız olduğu için, ne yaparsa yapsın kendini meşrulaştırmayı, halkları tamamen susturup yok etmeyi başaramıyor!
Adaletsizlik ve sömürü büyüdükçe, halkların öfkesi ve isyanı da büyüyor. Yeni sömürge ülke halkları olarak bizler; iki kat daha fazla sömürülüyor, iki kat daha fazla yoksullaştırılıyoruz. Bu durum; bizim gibi yeni sömürge ülkelerde devrimin iki dinamiği haline gelmiştir YOKSULLUK ve ADALETSİZLİK!
Yoksulluğu da adaletsizliği de sineye çekmiyoruz. Bu yüzden işbirlikçi oligarşi başka yollar arıyor, emperyalist efendilerini memnun edebilmek için daha pervasızca saldırıyor. İşte 2016’da işbirlikçi AKP tarafından ilan edilen
OHAL (Olağanüstü Hal) tam da böyle bir sürecin ifadesiydi.
OHAL Nedir, Neden İlan Edilir?
OHAL’in ne olduğunu ve amacını, Halk Cephesi’nin OHAL Broşüründen aktaralım: “Kısa adı OHAL olan “Olağanüstü Hal” kavramı genel olarak ülkede ortaya çıkan kriz durumlarını yönetmek amacıyla Anayasa’da bu yönde alınacak karar ve uygulamaların genel tanımını ifade eder. Asıl olarak deprem, sel, salgın hastalık vb. olağanüstü durum ve doğal afet süreçlerinde ilan edilir.
T.C. Anayasası’nın 119. Maddesi’ne göre OHAL kararı, iki şekilde alınabilir:
Birincisi; salgın hastalıklar, tabii afet veya ağır ekonomik bunalım halleri,
İkincisi ise; şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması sonucu bu karar alınabilir.
Bunun dışında 120. Madde ve 121. maddeler de Olağanüstü Hal uygulamasıyla ilgilidir. Özellikle 120. Madde, artan şiddet olayları ve kamu düzeninin bozulması meselesini ele alır.
Emperyalizmin yeni sömürgesi ve sürekli faşizmle yönetilen ülkemizde OHAL, ne halktan on binlerce kişiyi yitirdiğimiz büyük depremlerde ne halkın zarar gördüğü afetlerde ne de salgın hastalıklarda ilan edilmiştir.
OHAL, işbirlikçi oligarşinin artan baskı ve terörü karşısında halkın ayaklanmasının, haklar ve özgürlükler mücadelesinin önünü kesmek için ilan edilmiştir.”
AKP faşizmi ise 2016’daki darbe girişimini bahane ederek 20 Temmuz 2016 akşamı ilan ettiği OHAL’i şöyle duyurdu: “Olağanüstü Hal ilanının amacı ülkemizde demokrasiye, hukuk devletine, vatandaşlarımızın hak ve özgürlüklerine yönelik bu tehdidi ortadan kaldırmak için gereken adımları en etkin ve hızlı şekilde atabilmektir.”
21 Temmuz 2016 günü saat 01.00’den itibaren geçerli olmak üzere 90 gün (3 ay) süreceğini açıkladı; fakat üçer aylık sürelerle yedi kez uzatarak, halka pervasız saldırıların yasal dayanağı haline getirdi. “Darbe yapan FETÖ’yü bitirmek” bahanesi ile meşrulaştırmaya çalışsa da esas olarak halka ve halkın örgütlü gücü devrimcileri hedef aldı. Grevler ve eylemler yasaklandı, demokratik kurumlar kapatıldı, hukuk büroları mühürlendi. Binlerce kişi gözaltına alındı, işkence gördü, tutuklandı.
Faşizmin her OHAL süreci, baskı, işkence, katliam süreci olmuştur. 1982’den bu yana ilan edilen OHAL’ler, silahlı mücadeleyi bitirmeyi hedeflemiş ve esas olarak Kürdistan ile sınırlı kalmıştı. AKP’nin OHAL’inin öncekilerden ayırt edici özelliği; TÜM ÜLKEYİ kapsaması ve bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilmiş olmasıydı. Yani amaç yine teslimiyet dayatmaktı; fakat kapsamı ve uygulama alanı tüm ülke olarak genişletildi.
OHAL, aynı zamanda parlamentonun fiili olarak devre dışı bırakılması ve KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile yönetir hale gelmesidir. AKP de bunu yaptı ve Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla, onlarca farklı konuda tek bir KHK çıkararak sömürüyü derinleştirdi, baskıyı arttırdı.
728 gün süren OHAL boyunca 32 kez KHK yayınladı. “FETÖ’cüleri kamudan tasfiye ediyoruz” kisvesi altında, aslında DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü)’nün talimatlarını yerine getirerek devrimcileri tasfiye etti.
1995’te kurulan ve 164 üyesi olan DTÖ, ne istiyordu AKP’den?
-GATT ve GATS hükümlerini yerine getir,
-Tahkim Yasalarının gereğini yap,
-Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!
Elbette, DTÖ eliyle dayatılan ve aslında ABD emperyalizminin istekleriydi ve AKP bunları hayata geçirebilmek için hem yasal dayanağa hem de devrimcileri tasfiye ederek önünü düzlemeye ihtiyacı vardı. İşte OHAL ve KHK ilanlarının asıl nedeni buydu!
Peki, başarabildi mi? Kesinlikle hayır!
Çünkü Halk Cepheliler, ilk günden itibaren direndi. Faşizmin OHAL’ini tanımadığını ilan etti, mahallelerde yürüyüşlerle
“Halkın da yasaları var” diye haykırdı. Kapatılan kurumların mühürlerini söküp attı, hiçbir faaliyetine ara vermedi ve direndi!
GATT Nedir?
Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT-General Agreement on Tariffs and Trade), ülkeler arası haklar ve sorumluluklar açısından uluslararası ticaretin nasıl olacağını belirleyen çok taraflı bir anlaşmadır.
1947’de 23 ülke tarafından imzalanan bir anlaşma ile kurulmuş ve 1 Ocak 1948’de yürürlüğe konulmuştur.
GATT’ın kuruluş amacı; ithalat vergilerini azaltmak, uluslararası ticaretin önündeki tüm engelleri kaldırmak ve ticarette ayırımcı uygulamalara son vermek olarak açıklanmıştı.
23 ülke, 45 bin kalem malın gümrük tarifinde karşılıklı taviz vermeyi öngörmüştür.
40 yıl kadar yürürlükte kaldıktan sonra anlaşmaya taraf olan ülkeler, GATT’ı sürekli bir anlaşmaya çevirerek kurumsallaştırmak istedi. Emperyalist politikaların hayata geçirildiği sömürücü bir birlik olan Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ, İngilizce: WTO); GATT’ın kurumsallaştırılmış, genişletilmiş ve süreklileştirilmiş halidir demek yanlış olmayacaktır. GATT sadece mal ticaretini kapsarken, 1 Ocak 1995’te kurulan DTÖ; uluslararası mal, hizmetler ve “fikir ticareti”‘ni de kapsamaktadır.
Yani emperyalistler 3. bunalım döneminde, paylaşılan dünya toprakları ve dünya pazarları üzerindeki kârlarını sürdürebilmek için zorunlu bir entegrasyona gitmiş, aynı zamanda yeni sömürgecilik ve bağımlılık ilişkileri “YASAL” zemine oturtulmuştur. Ülkemizdeki işbirlikçi iktidarlar da bu politikanın gönüllü uygulayıcıları olmuş, emperyalizm ne emretmişse onu yerine getirmiştir.
GATS Nedir?
DTÖ’nün 1978’de Tokyo’da yaptığı toplantılar sonucunda oluşturulan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS),
25 Şubat 1995’te yürürlüğe girdi. Ülkemizin de taraf yapıldığı bu anlaşma ile devlete ait bütün hizmet alanlarının uluslararası ticarete açılması, “serbest rekabet” ortamının oluşturulması ve kamusal faaliyetlerin tasfiyesi amaçlanıyordu. O süreçte müsteşar olarak Türkiye adına uluslararası toplantılara katılan Turgut Özal, 24 Ocak1980’de emperyalizmin emrettiği bu kararları açıklamak zorunda kalmıştı.
Yargıdan madenciliğe, yerel hizmetlerden ulaşıma kadar çok geniş bir alana yayılıyordu. Anlaşma yapıldığı sırada öngöremediği veya el atmadığı alan kalmasın diye “diğer hizmet alanları” maddesini de ekliyordu. GATS’ın kapsadığı alanları somutlayalım:
1) Telekom, posta hizmetleri, görsel ve işitsel iletişim hizmetleri de dâhil olmak üzere iletişim,
2) İnşaat ve bağlantılı mühendislik hizmetleri,
3) Eğitim,
4) Su iletim sistemleri, enerji ve atık su işleme,
5) Tüm çevresel hizmetler,
6) Finansal, mali ve bankacılık hizmetleri,
7) Sosyal hizmetleri de kapsayacak şekilde sağlık ve bağlantılı hizmetler,
8) Turizm, seyahat ve bu iki sektörle bağlantılı tüm hizmet ve ürünlerin üretimi,
9) Kültürel ve sportif hizmetler,
10) Kara, hava, deniz ve tüm diğer ulaşım hizmetleri,
11) Diğer hizmet alanları…
GATS hükümleri, kamu hizmetlerinin adım adım şirketlerin tekeline geçmesinin planlamasıdır. Yani halkın ortak zenginliği olan ve devletin elinde bulunan ne varsa her şey, emperyalist şirketlere yok pahasına peşkeş çekilmiştir.
Mühendislikten belediyelere, halkın tatil hakkından asgari ücrete kadar her şeyi doğrudan emperyalizm dizayn edecektir. İşbirlikçi oligarşi, halka karşı bu saldırıların sonuçlarını bile bile kabul etmiştir.
AKP’nin OHAL’i ile Anadolu Halkları Arasındaki En Güçlü Barikat: YÜKSEL DİRENİŞİ!
Nuriye Gülmen; Tayyip Erdoğan’ın “iş dünyası rahat etsin diye getirdik” diye itiraf ettiği OHAL sürecinde KHK ile ihraç edilen 150 bine yakın kamu emekçisinden biriydi. İhraç edilen 150 bin kamu emekçisi, hakkı yenen 13 bin araştırma görevlisi, ihraç edilen 2 bin 346 akademisyen, ihraç 5 bin KESK üyesi içinde TEK DİRENENDİ!
679 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden ihraç edildi ve Nuriye Gülmen, 9 Kasım 2016’da Ankara Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önünde direnişe başladı. “İşimizi geri istiyoruz” talepli direniş büyüdü, halklaştı, Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Dünyanın dört bir yanında kampanyalar örgütlendi, sahiplenme ve kitlesellik arttı.
Ülkemizdeki en uzun direnişlerden birinin mimarı olan Nuriye Gülmen, bugün tutsak. AKP faşizminin emireri mahkemeleri, cübbeli cellat hâkimleri tarafından 10 yıl hapis cezası verildi. Çünkü emperyalizmin GATT ve GATS sözleşmelerine, DTÖ’nün ekonomik ve siyasi yaptırımlarına, emperyalizmin devrimi ve devrimciliği tasfiye saldırısına, AKP’nin OHAL’ine karşı direndi ve kazandı!
(Yüksel Direnişi’ni, direnişin kazanımlarını, neden ve nasıl barikat olduğunu, haftaya anlatmaya devam edeceğiz.)