EMPERYALİZMİN ÜLKEMİZDEKİ YAĞMA VE SÖMÜRÜSÜNE, GATT VE GATS SALDIRILARINA,
AKP FAŞİZMİNİN OHAL’İNE KARŞI EN GÜÇLÜ BARİKAT: YÜKSEL DİRENİŞİ- 2
EMPERYALİST TEKELLERİN VE İŞBİRLİKÇİ TEKELCİ BURJUVAZİNİN, AKP’NİN ÖNÜNE KOYDUĞU GÖREV:
1)GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel
Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) hükümlerini yerine getir,
2)Tahkim Yasalarının gereğini yap,
3)Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!
AKP faşizmi, 1 Mayıs’ta Saraçhane’de yaptığı saldırının ardından ev baskınlarına, gözaltı ve tutuklama operasyonlarına devam ediyor. Son dalga operasyon, 21 Mayıs 2024’te sabahın erken saatlerinde yapıldı. Basılan yerlerden biri de İstanbul’daki sendika.org binasıydı. Kimsenin olmadığı bir saatte baskın yaparak ortalığı dağıtan polis, kırdığı kilidi değiştirerek çıkıp gitti.
Katil ve işkenceci faşist polisler her yeri didik didik etti, kitaplara kadar her şeyi dağıttı ve ‘’suç delili’’ diyerek yanında bir tek şey götürdü:
NURİYE GÜLMEN’İN YÜKSEL DİRENİŞİ’NDE ÇEKİLMİŞ FOTOĞRAFI!
AKP faşizminin şu anda tutsak olan devrimci bir kamu emekçisinden bu kadar korkmasının, bu denli tahammülsüz olmasının, hakkında dosya kabartıp başka kişi ve kurumların suçlanmasına “delil” yaratmaya çalışmasının nedeni nedir?
Bu soruya yanıt vermek için, önce Nuriye Gülmen’in kim olduğunu ve ne yaptığını iyi anlamak gerekir.
Kendi ifadesiyle Nuriye Gülmen “Kamu Emekçileri Cepheli bir akademisyen”dir. Görev yaptığı Eskişehir halkı, onu 2013 Haziran Ayaklanması sürecinde yapılan eylemlerde tanıdı. Sonrasında Berkin için verilen adalet mücadelesinde, Ali İsmail Korkmaz’ın duruşmalarında, haklar ve özgürlükler mücadelesinin olduğu her yerde gördü, tanıdı ve güvendi. Tam da bu nedenle; 2015 yılında, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde ÖYP (Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı) kapsamında araştırma görevlisi olarak çalışırken açığa alındı. Aynı süreçte, AKP’nin Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna tarafından 8 Nisan 2015 tarihinde görevinden uzaklaştırılan KEC’li öğretmen Hatice Yüksel, işini, öğrencileri-
ni geri alabilmek için çadır direnişine başlamıştı. Eğitim- Sen üyesi iki eğitimci, katıldıkları demokratik eylemler “suç” sayılarak, keyfi şekilde işlerinden atılmıştı ve KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) sahiplenmese de işlerini geri almak için direnmekte kararlıydılar.
Hatice Yüksel zaferi kazandığında; açığa alınmasının üzerinden 79, çadır direnişine başlamasının üzerinden 30, açlık grevine başlamasının üzerinden 10 gün geçmiş- ti. 25 Haziran 2015’te İl Milli Eğitim Müdürlüğü kararıyla işine geri döndü.
Nuriye Gülmen, “Eğitim-Sen’in 8-9 Ekim 2014 tarihlerindeki grevine ve yine sendikanın çağrısıyla Berkin Elvan eylemlerine katıldığı” gibi siyasi gerekçelerle açığa alınmıştı ve haksızlığa boyun eğmeye niyeti yoktu. Nuriye’ye yaşatılanları, o süreçte halkımıza yazdığı açık mektuptan aktaralım:
“Haziran Ayaklanması boyunca düzenlenen eylemlere katıldığım için üç kez soruşturma geçirdim.
Soruşturmalarımdan ilki görevden çıkarma istemiyle yürütüldü. Gerekçeler; hükümet aleyhinde slogan atmak, basın açıklamasına katılmak, yürüyüşe katılmak olarak gösterildi. Bu soruşturmam sonucunda kademe ilerleme- sinin bir yıl süreyle durdurulması cezası aldım.
İkinci soruşturmamı Berkin Elvan’ın polis tarafından katledilmesinden sonra yapılan yürüyüşten dolayı geçirdim. Bundan da kademe ilerlemesinin iki yıl süreyle durdurulması cezası aldım.
Üçüncüsünde; sendikam Eğitim-Sen’in ve bağlı olduğu konfederasyon KESK’in aldığı karar doğrultusunda, katıldığım iki günlük Kobanê grevlerinden dolayı aylıktan kesme cezası aldım.
İlk soruşturmaya açtığım iptal davası sonuçlandı. İdare mahkemesi aldığım cezayı iptal etti.
İki yıla yakın zamandır sürekli soruşturma geçirmekte ve demokratik haklarımı kullandığım için Osmangazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından antidemokratik uygulamalarla cezalandırılmaktayım.
Bunların dışında, rektörlükle işbirliği halinde hareket eden Karşılaştırmalı Edebiyat Bölüm Başkanlığı sözleşme- mi yenilemedi ve açığa alındım.
Tezimi, mezun olmam gereken süreden on beş gün önce bütünüyle danışmanıma teslim ettim. Herkes için bir haftada tamamlanan prosedürler benim için elbette uygulanmadı, danışmanım tezi okumayı vaad ettiği sürede okumadı, kurula göndermedi ve süremin dolduğu iddia edildi. Bundan kısa bir süre sonra öğrenciliğimin de sonlandırıldığı bildirildi.
Sadece tez savunmam kalmış durumdayken öğrencilikten de atılmış oldum. Öğrenciliğimin bitirilmesine gerekçe olarak ÖYP yönetmeliğinde yapılan bir değişiklik gösteriliyor. Birkaç ay önce yapılan değişiklikte ÖYP araştırma görevlilerinin işle ilişikleri kesildiği takdirde, öğrenciliklerinin de bitirilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ancak benim kadroya yerleştiğim tarihte öğrenciliğin bitmesi söz konusu olmadığı için kazanılmış hakkım gasp edilmiş durumda.
Buna yönelik Eğitim-Sen’in hem yönetmelikteki bu değişikliğin hukuksuz ve antidemokratik bir uygulama olmasından dolayı iptaline, hem de kazanılmış hakkın iadesine yönelik açtığı genel bir dava var, öğrenciliğime devam edebilmem için bu davanın sonuçlanmasını beklemek durumundayım. Bu süreçte geçimimi sağlamak için TÜBİTAK bursuna başvurmuş ve kazanmıştım ancak öğrenciliğim sonlandırıldığı için kazandığım bursu da alamıyorum.
Asıl önemli nokta şu ki, öğrenim süremin dolduğu iddiası da doğru değil. Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde yüksek lisans öğrenimime başlamamdan üç ay sonra siyasi bir davadan tutuklandım ve 109 gün hapishanede kaldım. Hapishaneden çıktıktan sonra Osmangazi Üniversitesi’nde öğrenimime devam etmem için bir dönem daha geçmesi gerekti. Toplamda iki dönemlik bir kaybım oldu. Yargılandığım bu davadan beraat etmiştim. Tez savunmamın öngördüğüm sürede yaptırılmayacağını anladığımda, tutuklu kaldığım sürenin öğrenim süreme eklenmesi talebinde bulundum; ancak rektörlük bu talebimi de kabul etmedi. Haksız yere hapis- hanede tutuldum. Sonuçta iki kez soruşturma yoluyla, bir kez de sözleşmemin yenilenmemesi tehdidiyle bir buçuk yıl içinde üç kez işten atılmam gündeme geldi. Yani tezimi, her an işten atılma stresi ve arkamdan gizlice iş çeviren bir çeteye rağmen yazdım.
Sonuç olarak, işime son verildi. ÖYP’li olduğum için görevlendirildiğim üniversiteye gelirken geri döneceğimi taahhüt etmek için senet imzalamıştım. Şimdi devlet, işimden atıldığım için benden aldığım bütün maaşları yüzde elli fazlası ve faiziyle geri istiyor. Bu 100 bin lira civarında bir meblağ ediyor.
Son olarak; katıldığım hiçbir eylemden, yaptığım hiçbir fiilden pişmanlık duymadığımı belirtmek istiyorum. Bana, katıldığım üç eylemden soruşturma açıldı, oysa bunlar gibi onlarca eyleme katıldım, katılmaya devam ediyorum. Görevim olmadığı halde ceza olsun diye dayatılan angarya işleri yapmadım, yine olsa yapmayacağımdan emin olabilirsiniz.
Devrimci kimliğimden dolayı işten atıldım. Şimdi devrimciliğin verdiği güçle ve haklılık bilinciyle direniyorum. İlişiğimin kesilmesi işlemine iptal davası açıyorum. Bunun yanında fiili olarak hakkımı arayacağım ve işime iade edilene kadar mücadele edeceğim.”
Nuriye Gülmen, bu satırları yazdığında henüz OHAL ilan edilmemiş, ihraç saldırısı başlamamıştı. Ama faşizmde direnenlere, devrimcilere baskılar sürekliydi ve Nuriye de devrimci kimliğinden ötürü keyfiliklere ve adaletsizliklere boyun eğmediği, faşizme karşı direnme hakkını kullandığı için kısacık sürede bu baskıları yaşamıştı. Tabi, tüm bunları da yine direniş nedeni yapmış, açtığı davayı kazanmış ve Selçuk Üniversitesi’nde göreve başlamıştı.
Emperyalizm ve faşizm, TAM TESLİMİYET yaratmak için her türlü vahşiliği, keyfiliği yapar. Değil mi ki yaptıklarından zerre kadar pişmanlık duymamış, direnerek zafer kazanmıştı; o halde Nuriye Gülmen’e saldırmaya devam edecekti.
OHAL NEDEN İLAN EDİLDİ, KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERLE NE HEDEFLENDİ?
OHAL’in ne olduğunu, hangi durumlarda ilan edilebileceğini ve daha öncekilerden farklı olarak 2016’da AKP’nin ilan ettiği OHAL ile tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildiğini ve 80 cuntası koşullarından çok daha ağır baskı ve yasaklar uygulandığını hatırlatalım. AKP’nin OHAL ile DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü)’nün talimatlarını yerine getirmenin koşullarını oluşturduğunu da aklımızın bir köşesine yazalım.
Tekrar edecek olursak; DTÖ, ne istiyordu AKP’den?
- GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) hükümlerini yerine getir,
- Tahkim Yasalarının gereğini yap,
- Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!
Elbette, DTÖ eliyle dayatılan, aslında ABD emperyalizminin istekleriydi ve AKP’nin bunları hayata geçirebilmek için hem yasal dayanağa hem de devrimcileri tasfiye ederek önünü düzlemeye ihtiyacı vardı. İşte OHAL ve KHK ilanlarının asıl nedeni, saldırılara bu yasal kılıfı oluşturmaktı!
Bunu, OHAL ilanını hemen ardından defalarca kez söyledik. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Tayyip Erdoğan’ın kendisi de gizleme gereği duymadan, 1 yıl sonra açıkça itiraf etti.
12 Temmuz 2017’de Tayyip, ‘15 Temmuz Anma Etkinlikleri’ kapsamında bir konuşmayapmıştı. Bu konuşmanın her kelimesi HALK DÜŞMANI AKP’NİN EMPERYALİZMİN UŞAĞI OLDUĞUNUN KANITI ve FAŞİZMİN SUÇLARININ İTİRAFI niteliğindeydi. Uluslararası Yatırımcılar Derneği (YASED)’nin düzenlediği bu toplantıda, Tayyip Erdoğan kan emici patronlara bakın neler söyledi?
“Biz, Olağanüstü Hal’i iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Soruyorum; iş dünyasında herhangi bir sıkıntınız, bir aksamanız var mı?
Biz göreve geldiğimizde, 15 sene önce Türkiye’de olağanüstü hal vardı; ama bütün fabrikalar hep grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Ama şimdi böyle bir şey var mı?
Tam aksine, şimdi grev tehdidi olan yere, biz OHAL’den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki ‘Hayır, burada greve müsaade etmiyoruz; çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız!’ Bunun için kullanıyoruz biz OHAL’i. Tabi, fotoğraf oldukça net.”
Konuşmanın yapıldığı yer Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), toplantının adı “Uluslararası Yatırımcılarla İstişare Toplantısı” ve karşısındakiler emperyalist tekellerin temsilcileri ile işbirlikçi tekeller olunca, bu sözlerin anlamı çok daha iyi anlaşılıyor.
AKP’nin, DTÖ’nün yani ABD emperyalizminin emirlerini yerine getirmek için, Nuriye Gülmen gibi 200 bin kamu emekçisinin nasıl bir gecede aileleriyle birlikte hayatlarının karartıldığı da çok daha net ortaya çıkıyor.
İşbirlikçi faşist Tayyip Erdoğan, emperyalist tekellere “grevsiz bir Türkiye” sözü veriyor ve herhangi bir ‘mağduriyet’ yaşamaları durumunda kendisine başvurabileceklerini, şikâyetlerinin bizzat takipçisi olacağını söylüyordu:
“15 Temmuz darbe girişiminin ardından getirdiğimiz olağanüstü hal uygulamasının sadece terörle mücadeleyle sınırlı olduğunu en iyi sizlerin biliyor olması gerekir. Ne kendi vatandaşlarımızdan ne de uluslararası yatırımcılardan herhangi birinin, olağanüstü hal uygulamaları sebebiyle mağduriyet yaşaması söz konusu değildir. Böyle bir sorun varsa, lütfen ilgili arkadaşlarımıza, hatta doğrudan şahsıma başvursun. Ben takipçisi olacağım.” Bunun anlamı “sizinle ilişkimizi zedeleyen, işbirlikçiliğe karşı çıkan herkesi ‘TERÖRİST’ ilan edecek ve en ağır şekilde cezalandıracağım” demekti.
“Eğer medya kalkıp da ülkeyi karıştırmak, ülkeyi kendi içinde tahrik etmek için her türlü özgürlük alanını istismar ediyorsa, onlar için de yargı var. Yargı, onlar için de çalışıyor” diyerek, emperyalizme göbekten bağımlı yeni sömürge bir ülkenin yargısının asli görevi “tekellerin çıkarlarını korumaktır” demiş oluyordu.
Yukarıdaki cümlede geçen “Kendi vatandaşlarımız” dediği; sömürü ve zulme karşı çıktığı, AKP faşizmine hizmet etmediği için “terörist” ilan ettiği milyonlarca halkımız olmadığı açıktı. Tayyip “kendi vatandaşlarımız” derken Koçları, Sabancıları, Şahenkleri, Ülkerleri, Bayraktarları, 5’li çeteyi, kısacası vatan haini işbirlikçi tekelci burjuvaziyi kastediyordu. Bu nedenle de bir avuç asalak, kan emici halk düşmanı dışında halkın her kesimi, OHAL ile ağır bir yıkıma uğratılmak, tamamen AKP’ye ve emperyalist politikalara biat eder hale getirilmek istendi.
2 yıl (728 gün) süren OHAL boyunca;
- 800 bin kişi hakkında soruşturma açıldı, 300 bin kişi gözaltına alındı ve 100 bin kişi tutuklandı. Sayısı net olmamakla birlikte on binlerce kişi işkenceden geçirildi.
- KHK’ler ile kamudan ihraç edilen 150 bin, özel sektörde çalışanlarla birlikte 200 bini aşkın kamu emekçisi ‘terörist’ diye damgalandı. Haklarını hukuki olarak aramalarının önüne geçildi ve özel sektör de dâhil başka bir yerde çalışma hakları da ellerinden alındığı için açlığa terk edildiler.
- Öğrenci olanların bursu kesildi, kredi alamadılar, özel fonlarda biriken paralarını çekemediler, pasaportları elinden alındığı için seyahat ve yurtdışında tedavi olma hakları da gasp edildi. Sadece Temmuz 2016’da iptal edilen pasaport sayısı 50 bini aştı. Miras haklarına dahi el konuldu.
- 50 civarında KHK’lı intihar etti.
- İşsizlik nedeniyle, halktan 100’ün üzerinde insan intihar etti.
- İşinden atıldıktan sonra farklı işlerde hiçbir tecrübesi olmadığı halde güvencesiz çalıştırıldığı için 533 kişi katledildi. “İş kazası” denilerek katliam gizlenmeye çalışıldı.
- 70 gazete, 34 radyo ve 33 televizyon kanalına; toplamda 166 basın kuruluşuna el konuldu. Birçok gazeteci işten çıkarıldı ve yüzlerce gazeteci hakkında 300 gazeteci gözaltına alındı, 150’nin üzerinde basın emekçisi hâlâ tutuklu.
- İçinde yayınevleri, üniversiteler, dernek, vakıfların da olduğu 2761 kurum kapatıldı. Kapatılan kurumlar veya ihraç edilenler hakkında Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurulara ‘yetkisizlik’ kararı verildi.
- 4 bin 200’den fazla yargıç ve savcı görevden alındı, 570 yargıç tutuklandı, bin 480 yargıç soruşturma geçirdi, 79 yargıç uzun dönemli hapis cezası aldı, 34 hukuk derneği/bürosu kapatıldı.
- STK ve basın kuruluşlarının da dâhil olduğu 1.719 kuruluş hükümet tarafından kapatıldı. Yasaklanan internet sitesi sayısı da 100 bini geçti.
- Sayısız konser, etkinlik, eylem, grev yasaklandı. Adeta sokağa çıkmak, toplu alanlarda bulunmak “yasak” hale getirildi.
NURİYE GÜLMEN NEDEN TUTUKLANDI?
ÇÜNKÜ EMPERYALİZMİN GATT ve GATS HÜKÜMLERİNE, OHAL’E DİRENEN İLK KİŞİYDİ!
Yukarıda sadece birkaç başlıkta özetlediğimiz bu ağır baskı koşullarıyla; tüm reformistleri, sivil toplum örgütlerini, sendikaları, meslek odalarını teslim aldı. Örneğin dönemin KESK başkanı Kürt Milliyetçisi Lami Özgen, ihraçları “AKP’nin yol kazası” olarak nitelendirerek OHAL’i ve ihraçları meşrulaştırıyor, AKP’yi aklıyordu. Böyle bir anlayış, OHAL’e ve zulmün esas sahibi emperyalistlere direnebilir miydi? Elbette hayır! Nitekim kendi mesleki hakları için bile olsa direnmeyi akıllarının ucundan geçirmediler; aksine direnenleri suçladılar ve faşizm adına direnişçilere saldırdılar.
OHAL öncesinde de hem hapishanelerde hak gaspları artmış hem de polis baskınları ve yapılan baskınlarda halk çocuklarının devletin polisi, jandarması tarafından katledilmesi rutin hale getirilmek istenmişti. Bu nedenle hapishanelerde, kitap, görüş sınırlamaları, keyfi yasak ve cezalara karşı özgür tutsaklar tarafından 10 Temmuz 2016’da ‘SÜREKLİ FAŞİZME KARŞI SÜREKLİ DİRENİŞ’ başlatılmıştı. Bu direniş, OHAL sürecinde de aralıksız devam etti ve özgür tutsaklar tarafından hâlâ sürdürülmektedir.
OHAL koşullarının teslim alamadığı devrimciler; kurumlarına vurulan mühürleri bir bir söküp attı, düşünce ve örgütlenme hakkını savundu, OHAL keyfiliğiyle uzun gözaltılara direndi. Örneğin 45 güne kadar çıkarılabilen göz- altı süresi, HİÇBİR HALK CEPHELİ’YE UYGULANAMADI. Çünkü 3 günü aşan gözaltılarda, açlık grevinde aldıkları suyu, şekeri keserek direnişi yükselttiler. Yani ölümü göze alan bir haklılık ve meşruluktan aldıkları güçle ve en önemlisi de bedelsiz zafer kazanılamayacağının bilinciyle direndiler ve kazandılar. TÜM HALK CEPHELİLERİN DİLİNDE İKİ SLOGAN VARDI: OHAL’İNİZİ TANIMIYORUZ, ADALET İSTİYORUZ! OHAL, 80 MİLYON HALKI TESLİM ALAMAYACAK!
Tüm halkımız direnmeye, OHAL’in adaletsizliklerine boyun eğmemeye çağrıldı. 4-9 Eylül 2016’da (OHAL ilanından 2 ay sonra) “ADALET İSTİYORUZ! ADALET İÇİN ANKARA’YA YÜRÜYORUZ! OHAL KARARNAMESİ HALKA AÇILAN SAVAŞIN KARARNAMESİDİR!
“OHAL KARARNAMESİ ADALETSİZLİĞİ, ZULMÜ BÜYÜTMEK İÇİNDİR! OHAL’İ TANIMIYORUZ! ADALET İÇİN 4 EYLÜL’DE İSTANBUL’DAN ANKARA’YA YÜRÜYORUZ!” sloganıyla Ankara’ya yüründü.
OHAL 80 Milyon Halkı Teslim Alamaz Kampanyası büyüdükçe saldırı ve tutuklamalar da arttı. Halk Cepheliler’in örgütlü olduğu tüm illerde “OHAL’i Tanımıyoruz, Tutsak Halk Cepheliler Serbest Bırakılsın” kampanyası yürütüldü.
Siyasi gerçekleri halka açıklayan Yürüyüş Dergisi’nin basımını yapan matbaa başta olmak üzere, İstanbul’daki tüm matbaalar tehdit edildi. Buna rağmen OHAL’de de tek bir sayı bile aksamadan Gerçeğin Sesi Yürüyüş Dergisi halkımıza ulaştırıldı.
KEC ise “KÖLE DEĞİL EMEKÇİYİZ, İŞ GÜVENCEMİZİ İSTİYORUZ” ve “YENİ PERSONEL REJİMİ YASASINA HAYIR” sloganlarıyla Ankara’ya yürüdü. 10 Eylül 2016’da İstanbul’dan başlayan yürüyüş, 17 Eylül’de Ankara’da yapılan yürüyüşle sona erdi. Ankara’da polis vahşice saldırdı; ancak KEC’in yürüyüşü ve kampanyası başarıyla sonuçlandı.
İşte Nuriye Gülmen, bu yürüyüşün ve kampanyanın emekçilerindendi ve KEC’in sloganı, sömürü ve adaletsizliğin sahiplerini, tekellerin serveti büyüsün diye kamu emekçilerinin nasıl köleleştirildiğini net bir şekilde anlatıyordu.
Aynı zamanda bu kampanyalar, yürüyüşler, açlık grevleri ve sayısız eylem; OHAL ile yaratılmaya çalışılan korku ve teslimiyet havasını etkisizleştiriyor, halka umut ve direnç aşılıyordu. İşte bu yüzden, AKP çok daha özel bir kinle saldırıyordu OHAL’i hükümsüz kılan tüm alan ve birimlere.
Yukarıda Nuriye Gülmen’in kendi mektubundan aktardığımız gibi, siyasi düşünceleri nedeniyle açığa alınmış olan Nuriye Gülmen’in 9 Kasım 2016’da Ankara Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önünde başlattığı direniş, bu sürecin devamıydı.
Faşizmin terörünün önü; ancak güçlü, kararlı ve halkla birleşmiş direnişlerle kesilebilir. Nuriye de bunu biliyor ve inanıyordu. Bu nedenle hiçbir saldırı, gözaltı, işkence vazgeçiremedi O’nu. Ve Nuriye’nin yanına başka ihraç kamu emekçileri dâhil oldu. Direnişi tüm ülke çapında ve dünyada sahiplenme yarattı. Her gün vahşi işkencelere, sokağın gaz altında bırakılmasına, ters kelepçelere ve türlü keyfiliğe rağmen her gün her gün alana akmaya devam etti.
Halkımız kitabını okumaya, sohbet etmeye, yemeğini paylaşmaya, derdini anlatmaya, faşizme öfkesini göstermeye, Nuriye ve Semih’i sahiplenmeye, halkın örgütlü gücünü somutta yaşamaya, umut ve moral bulmaya, Yüksel’e geliyordu.
Yüksel Direnişçileri; her konuşmalarında, sohbetlerinde, röportajlarında, yazılarında, ajitasyonlarında halkımıza ihraçların nedenlerini ve OHAL ile amaçlananları anlatıyordu.
Halkımıza şunları sorgulatıyorlardı:
GATT ve GATS sözleşmelerinin gereği olarak AKP “kamuda küçülme”ye gidiyor. Bizi işten atmak için de TERÖRİST yalanını söylüyor. Peki, kamu küçülüyorsa kim büyüyor? Emperyalist tekeller!
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan galip çıkan ve tüm dünya halklarına umut olan Sovyetler Birliği’nin zaferinin kazanımlarını yok etmek, bir daha devrim ve sosyalizmin güç olmasına izin vermemek için emperyalistler kendi aralarında birlik yapmak zorunda kaldılar. Bir yandan çelişkileri sürerken, öte yandan da halklara ve devrimci örgütlere karşı askeri, ekonomik, siyasi, kültürel saldırıları ortaklaştırmak için örgütlendiler.
1980’lerde sömürge ve yeni sömürgelerdeki tüm devrimcilere, sola karşı azgın bir teslim alma saldırısını başlattılar. İşbaşındaki cuntalar aracılığıyla “balığın suyunu kurutma” politikalarına ağırlık verilirken, devrimci mücadelenin geliştiği çeşitli ülkelerde işbirlikçi ordular kullanılarak yeni cuntalar işbaşına getirildi. Yalnızca Anadolu’da Devrimci Sol “Cunta, 45 Milyon Halkı Teslim Alamaz!” diyerek saldırı politikalarının önüne dikildi. FTKSM (Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri) ve SDB (Silahlı Devrimci Birlikler) kurarak savaştı. Hapishanelerde siyasi tut- saklık kimliğine saldırının simgesi olan Tek Tip Elbise’ye karşı 1984 Ölüm Orucu Direnişi’yle cevap verdi. 4 şehitle, emperyalizmin cunta ile yaratmak istediği karanlık dağıtıldı.
1990’lara gelindiğinde ise tüm dünyayı derinden etkileyen iki önemli olay yaşandı:
1)Sosyalist ülkelerde revizyonistler eliyle karşı devrimler örgütlendi.
2)Irak işgal edildi.
1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin dağılmasıyla “sosyalizm öldü, devrimler çağı kapandı” propagandası yapan emperyalizm “globalizm, tek kutuplu dünya, dünya kocaman bir köy” safsatalarıyla tüm dünyayı etkisi altına alıyordu. ABD Yeni Dünya Düzeni (YDD) ilan ediyordu.
Ancak ne Birleşmiş Milletler ne NATO ne IMF ne GATT-GATS sözleşmeleri, hiçbiri halkların devrim ve sosyalizm inancını yok etmeye yetmedi!
2000’li yıllara gelindiğinde, ülkemizde emperyalizmin ekonomik programlarının uygulanabilmesi için silahlı mücadelenin tasfiyesi gündeme geldi. Bunun için öncelikle hapishanelerdeki devrimci tutsaklar hedef alındı. 19- 22 Aralık Katliamı’yla, 1970’lerden bu yana antiemperyalist mücadelenin bayraktarı, halkın öncüsü ve örgütlü gücü DHKP-C’yi yok etmek istediler. Ancak Özgür Tutsakların 7 yıl boyunca 122 şehit vererek 22 Ocak 2007’de kazandıkları zafer; yalnızca Anadolu halklarının değil, başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm dünya halklarının zaferi oldu!
2010’lu yıllarda, devrimci mücadelenin tasfiyesi için bir kez daha kolları sıvadı faşizm. Ülke tarihinin en işbirlikçi iktidarı olan AKP, iktidarını borçlu olduğu emperyalistleri memnun etmek, bir uşak olarak her söylenene boyun eğmek zorundaydı. Bunun ön koşulu, yine devrimcileri ezmek, sosyalizm umudunu yok etmekti.
Biz devrimciyiz. Her olayı, baş çelişkiye göre değerlendiririz ve baş çelişki, emperyalizm ile dünya halkları arasındadır. Bu nedenle, AKP’nin OHAL saldırısı, kamuda küçülmeye gidip milyonlarca işsizden bir işsizler ordusu yaratarak, emekçileri her türlü kölelik koşullarına razı etmeye çalışması, bizim açımızdan gayet anlaşılırdır. Yani ilk günden itibaren Yüksel Direnişi, OHAL’e yani emperyalizme karşı yapılan bir direnişti ve bu nedenle hem emperyalizmin hem de faşizmin hedefindeydi. Yalnız emperyalizme ve AKP faşizmine karşı da değil, burjuvazinin “sol”daki uzantılarına (HDP-Halkevleri-CHP-ÖDP’li reformistlerin yönetimindeki KESK’e) karşı da direnmek zorundaydı Yüksel Direnişçileri.
Yukarıda Tayyip Erdoğan’ın konuşmasından aktardığımız gibi, yargı da AKP’nin yani emperyalizmin emrindeydi. İşte bu yüzden Yüksel Direnişçileri tutuklandılar.
Tutuklamaları ve açlık grevi sürecini gelecek hafta anlatmaya devam edeceğiz. Ancak şunu tekrar vurguluyoruz ki; Nuriye Gülmen’in 4 yılı aşkın süredir tutsak edilmesinin nedeni, emperyalizmin ve faşizmin politikalarını boşa çıkarmasıdır.
Bu nedenle; ideolojik, siyasi, fiziki olarak Nuriye Gülmen ile hiçbir bağı olmayan sendika.org baskınında Yüksel Direnişi’nin fotoğrafının alınması, AKP faşizminin hem efendileri hem de kendi iktidarı adına duyduğu korkunun ifadesidir.
Nuriye’yi işkencelerle gözaltına da alsanız, haksız yere tutuklasanız, yıllarca hapis de yatırsanız; Yüksel Direnişi’ni ve yarattığı umudu yok edemezsiniz! 6 Şubat’ta katlettiğiniz halkımızın evlerindeki enkazından çıkan Nuriye ve Semih fotoğrafları, yarısı silinmiş yazılamalar, eski bir afişin ardından zafer gülüşleriyle Yüksel Direnişi korkunuz olmaya devam edecek!
Çünkü o umut yeşerdi ve yayıldı bir kere! Tarihin tekerleği geriye dönmez! Biliyoruz ki; direnenler kazanmaya, zulme direnişler sürmeye devam edecek. Doğanın ve tarihin yasalarının gereğidir bu!
Sonuç olarak; faşizmin emrindeki mahkemeler eliyle, sahte dijital materyallerle, OHAL’e tek başına direnişi başlatan Nuriye Gülmen’e verdiği 10 yıl hapis cezası KEYFİDİR ve HÜKÜMSÜZDÜR!
Faşizmin hukuku varsa, bizim de direnme ve adalet isteme hakkımız var! Haklarımızı, “suç” saymanıza izin vermeyeceğiz!
SAHTE MATERYALLERLE TUTUKLANAN NURİYE GÜLMEN’E ÖZGÜRLÜK!
ADALET İSTİYORUZ!
Dipnotlar:
- 2016’da OHAL Neden İlan Edildi,
Kimler Destek Verdi?
15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin ardından ilan ettiği OHAL güya Fethullah Gülen ve tarikatına yönelik bir tasfiye operasyonuymuş gibi gösterildi. Çok kısa sürede böyle olmadığı anlaşıldı.
2016’ya kadar devletin her kademesinde birlikte hareket ettiği FETÖ’yü (Fethullahçı Terör Örgütü) de tasfiye için KHK’ler ilan etti, yargıdan orduya kadar devletin her kademesinde ihraçlara girişiyormuş gibi operasyonlar yaptı. Emniyet, yargı, ordu ve kamuda boşalan diğer memur kadrolarına AKP’liler yerleştirildi.
CHP ve HDP Mecliste OHAL’e Destek Verdi
AKP Kayseri Milletvekili Mustafa Elitaş, 20 Temmuz 2016 tarihinde Meclis’ten geçen olağanüstü hal yasası öncesinde CHP, MHP ve HDP Grup Başkanvekilleriyle görüşme yaptığını açıkladı. CHP “Biz prensip olarak olağanüstü hale karşıyız ama darbeyle mücadele için, hükümetin önündeki engelleri kaldırmak adına TBMM’de olağanüstü hal getirmenizi uygun bulabiliriz ama desteklemiyoruz ama ‘Evet’ oyu da vermeyiz. Şiddetli bir konuşma da yapmayacağız” diye tavır belirleyerek destekledi.
HDP’nin ise “Biz prensip olarak olağanüstü hale karşıyız. Siz de, olağanüstü hali kaldıran partisiniz; ama FETÖ ve paralel yapıyla, bu darbeyle mücadele için parlamentonun merasiminde ortaya çıkarılması gereken kanunlar uzun bir süreç alacağından dolayı olağanüstü hal ilan edilmesi ve olağanüstü halle birlikte Anayasa’nın 119, 120 ve 121. Maddelerine göre OHAL KHK yetkisi veriyor. Biz prensip olarak karşıyız, direnmeyiz olumlu oy vermeyiz; ama çok da şiddetli eleştiride bulunmayız.” diyerek aslında destek vereceğini açıkladı.” (Halk Cephesi OHAL BROŞÜRÜ, sf. 14-15)
2. “YASED (Yabancı Sermaye Koordinasyon Derneği):
Resmi kuruluşu 30 Mayıs 1950’ye rastlar. TOFAŞ, OYAK, RENAULT, GOODYEAR, PİRELLİ, MAN, ROCHE, OTOMARSAN, HEKTAŞ, GLAXO ve PHILIPS yöneticileri kurucu üyeleridir. Mevcut ekonomik politikaların önlerine çıkardığı pürüzlerin düzlenmesi, hükümetle ilişkilerin yürütülmesi vb. için faaliyet yürütür. KOÇ’un Divan Oteli’nde bu çerçevede aylık toplantılar düzenlemesinden dolayı “Divan Kulübü” diye de anılmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı bünyesinde kurulan «Yabancı Sermaye Dairesi» ve hükümet düzeyinde etkisi oldukça büyüktür. 80 şirketi bünyesinde toplamıştır.
24 Ocak kararları çerçevesinde yabancı sermayeyi ülkeye daha çok çekebilmek ve emperyalist sermaye ile tam bir entegrasyon oluşturabilmek düşüncesi, YASED’in önemini artırmış, emperyalist sermayeye kolaylıklar sağlanması yönünde hükümet nezdindeki girişimleriyle sonuca ulaşılmıştır.”
(Haklıyız Kazanacağız 2. Cilt, syf. 568)
Halk Okulu Dergisi, Sayı 239