EMPERYALİST TEKELLERİN VE İŞBİRLİKÇİ TEKELCİ BURJUVAZİNİN, AKP’NİN ÖNÜNE KOYDUĞU GÖREV
1)GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) hükümlerini yerine getir!
BU NE DEMEKTİR?
Tüm üretim ve hizmet alanlarında tek söz sahibi emperyalistler ve esas olarak da ABD olacak.
Kapılarını sonuna kadar emperyalist tekellere aç!
2)Tahkim Yasalarının gereğini yap!
BU NE DEMEKTİR?
İşbirlikçi oligarşinin mahkemelerinin hiçbir hükmü yoktur. Emperyalist tekellerin çıkarları için son söz emperyalist mahkemelerindir!
3)Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!
BU NE DEMEKTİR?
Kamuda çalışan 150 bin kamu emekçisini ve özel sektörde çalışan 50 bin kişiyi işten at! Devlete ait işletmeleri, başta emperyalist tekeller olmak üzere özel şirketlere sat!
AKP faşizminin neden OHAL ilan ettiğini, çıkardığı 32 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile neyi amaçladığını, KHK’lara direnenin yalnızca KEC (Kamu Emekçileri Cephesi) olduğunu ve Nuriye Gülmen’i adım adım Yüksel Direnişi’ne götüren süreci anlatmıştık.
Geçen sayımızda, 1 Mayıs operasyonları kapsamında İstanbul’da sendika.org binasına polis baskını olduğunu ve baskında yalnızca Nuriye Gülmen’in Yüksel Direnişi’nde çekilmiş fotoğrafının alındığını söylemiştik.
AKP’nin Yüksel Direnişi’nden ve Nuriye Gülmen’den duyduğu korkuyu, emperyalist efendileri adına kinini, direnişin halka yaydığı umudu anlatmaya devam ediyoruz.
Nuriye Gülmen, Haziran Ayaklanması sürecinde katıldığı eylemler nedeniyle tutuklanmış ve 109 gün tutuklu kalmış, sonraki süreçte beraat etmişti. Yani henüz OHAL ilan edilmeden önce akademisyen olarak çalıştığı üniversitede 1,5 yıl içinde 3 kez işten atılma tehdidi yaşamış ve direnişi sayesinde işine geri dönmüştü. Ancak ne “terör” demagojilerine teslim olmuş ne haksız tutukluluğunun hesabını sormaktan vazgeçmiş ne de devrimci bir kamu emekçisi olarak yürüttüğü faaliyetlerden zerrece pişmanlık duymuştu. Üstelik bunu açık açık her yerde söylüyor, eylemlerinde ve röportajlarında anlatıyor, haksızlığı sineye çekmiyordu. Bu nedenle AKP’nin hedefi olmaya devam etti.
Nuriye, KEC’li olduğu için işinden açığa alınmıştı ve bu kez direnişini Ankara’ya taşımaya karar verdi. OHAL yasakları sürerken, 9 Kasım 2016’da Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önünde oturma eylemine başladı.
“Açığa Alındım, İşimi İstiyorum” yazılı döviziyle alana çıktığı ilk günden işkenceli gözaltılar başladı. Ancak vazgeçmeyi aklına bile getirmeden, her gün her gün alana çıkmaya, işini ve onurunu geri alma mücadelesine devam etti.
YÜKSEL DİRENİŞİ’NİN TALEPLERİ NELERDİ?
- OHAL kaldırılsın.
- İşten atılan ve açığa alınan devrimci demokrat kamu emekçileri işe iade edilsin.
- Keyfi ve hukuksuz işten atmalara son verilsin.
- 13 bin ÖYP’li araştırma görevlisinin kadro güvencesi geri verilsin.
- İş güvencesi olmadan bilim yapılamaz, tüm eğitim ve bilim emekçileri için iş güvencesi istiyoruz.
Taleplerden de anlaşıldığı gibi; ne tek başına AKP’ye karşı bir direnişti bu ne de bireysel taleplerle çıkılmıştı alana.
OHAL kaldırılsın demek, emperyalizmin cuntalar-darbeler politikasına ve işbirlikçi oligarşinin OHAL’i fırsata çevirerek sömürüyü ve baskıyı derinleştirmesine karşı çıkmak demekti.
“FETÖ’yü tasfiye ediyoruz” yalanlarıyla devrimci-demokrat kamu emekçilerinin keyfi şekilde işten atılmasını, emperyalizmin GATT ve GATS hükümlerini teşhir etmek demekti.
Eğitim ve bilim emekçileri için iş güvencesi demek; halk için bilim, halk için eğitim istemek demekti. Ve elbette faşizm bunları vermeyeceğine göre, bu haklarımızı söke söke alacağız demekti. Talepler, öylesine haklı ve meşruydu ki; tek başına haklılığını savunabilen devrimci bir kadın, en yakınlarından başlayarak herkese büyük bir inanç ve cüret aşıladı.
İnanç; bilgi ve gerçeğin birleşmesinden oluşan duygu yoğunludur. Nuriye, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’nün ülkemizdeki politikalarını, AKP’nin OHAL’i, DTÖ’nün talimatlarını yerine getirmek için fırsata çevirdiğini ve öncelikle halkın örgütlü güçlerine saldırılacağını kavradı. Kavramakla kalmadı, kavrattı!
Cüret; atak ve yürekli olmaktır. Bir devrimci için cüret “yalnızca ben yapabilirim” diyebilmektir. Nuriye “tek başıma da olsam yapabilirim” cüretiyle, asla yalnız kalmayacağına olan güvenle ve kazanacağına olan inançla çıkmaya devam etti alana. Ve yanına başka direnişçiler eklendi.
Acun Karadağ bir öğretmendi ve 29 Ekim 2016’da KHK ile ihraç edildi. 14 Kasım 2016’da Nuriye’yi örnek alarak okulunun önünde eyleme başladı, sonra Yüksel Caddesi’nde direnişine devam etti.
29 Ekim 2016 tarihinde çıkartılan 675 sayılı KHK ile öğretmenlikten ihraç edilen Semih Özakça da 23 Kasım 2016 tarihinde Yüksel Direnişi’ne dâhil oldu.
Mimar Alev Şahin, 6 Ocak 2017’de yayınlanan 679 sayılı KHK ile çalıştığı üniversiteden FETÖ/PDY üyesi olduğu iddia edilerek ihraç edildi. O da Düzce’de “İşimi Geri İstiyorum” direnişi başlattı. Hafta içi Düzce’de, hafta sonları Ankara’da direnişi sürdürdü.
Direniş alanında artık yüzlerce kişi toplanıyor, polis saldırılarında direnişçilerin önüne geçiyor, birlikte gözaltına alıyor, gözaltından çıkıp coşkuyla yeniden direniş alanına dönüyordu. Yalnız Ankara’dan değil, ülkenin dört bir yanından direnişe ziyarete geliyordu halkımız. Cebinde parası olmayan öğrenciler otostop çekerek hafta sonları polis saldırısını ve gözaltı ihtimalini göze alarak Yüksel Direnişi’ni desteklemeye geliyorlardı.
Nuriye ve Semih Açlık Grevinde
9 Mart 2017 günü, TBMM kapısı önünde basın açıklaması yapan Nuriye ve Semih, 11 Mart’ta direnişlerini ileri aşamaya taşıyarak, açlık grevine başlayacaklarını duyurdular. Açıklama sonrası gözaltına alındılar. “İşimizi Geri İstiyoruz” talebiyle sürdürdükleri Yüksel Direnişi’ni, açlık greviyle devam ettireceklerini duyurdukları için gözaltına alınan Nuriye ve Semih, açlık grevine gözaltında yani, programladıklarından 2 gün önce başlamış oldular.
Gözaltında işkence gördüler. Semih elleri arkadan kelepçeliyken merdivenlerden aşağı yuvarlandı. 5 günlük gözaltının ardından, Nuriye ve Semih “denetimli serbestlik” ile gözaltından bırakıldı. Direnişçiler 14 Mart 2017’de “Emekçiyiz Haklıyız Kazanacağız” sloganlarıyla gözaltından çıkıp Yüksel Caddesi’ne geldiler.
21 Mayıs 2017 gece yarısı, açlık grevlerinin 73. günündeyken evlerine yapılan baskınla gözaltına alındılar ve 23 Mayıs 2017 günü de tutuklandılar.
Açlık grevindeki Nuriye ve Semih, Sincan Hapishanesi Kampüs Hastanesi’ne götürüldüler. Kendi rızaları dışında, zorla müdahale tehdidi altında, ağır tecrit koşullarında, hiçbir ihtiyaçları karşılanmadan, avukat görüşleri bile 1 saatle sınırlandırılarak tutuldular.
Kendi doktorlarına muayene olma talepleri kabul edilmedi. Buna rağmen hapishaneye giden doktorlar, muayene etmekte ısrar ettiler; ancak başsavcılıktan gelen “muayene etmeden cezaevi hekim heyetinin muayenesine eşlik etme ve açlık grevini bırakmaları için ikna etme” yazısı ile karşılaştılar.
Zorla müdahalenin gündeme gelmesiyle, direniş daha çok sahiplenmeye başladı. Tüm dünyada sendikalar, demokratik kitle örgütleri, hukukçular, halkımız, Nuriye ve Semih’in direnişinin taleplerinin kabul edilmesi ve özgürlükleri için mücadeleyi büyüttü.
Bu süre zarfında hiç boş kalmadı Yüksel Caddesi. Yeni yeni direnişçiler öne çıktı. Direnişi uzaktan izleyen, katılmaya korkan kim varsa, bu süreçte öne çıkıp Nuriye ve Semih’in yerini doldurdu. Günde iki kez işkenceli gözaltılara rağmen alana çıkıp, OHAL yasaklarını hükümsüz hale getirdi ve direnişin taleplerini sonuna kadar sahiplendi.
TAYAD’lı Mehmet Güvel, 1 Temmuz 2017 tarihinde Nuriye ve Semih’in taleplerinin kabul edilmesi için açlık grevine başlamıştır. Yani direniş halklaşmış, halkın her kesiminden insan direnişi sahipleniyor demekti.
Haftaya, Nuriye ve Semih’in tutukluluk sürecini ve direnişi anlatmaya devam edeceğiz.