EMPERYALİST TEKELLERİN VE İŞBİRLİKÇİ TEKELCİ BURJUVAZİNİN, AKP’NİN ÖNÜNE KOYDUĞU GÖREV
1)GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) hükümlerini yerine getir!
BU NE DEMEKTİR?
Tüm üretim ve hizmet alanlarında tek söz sahibi emperyalistler ve esas olarak da ABD olacak.
Kapılarını sonuna kadar emperyalist tekellere aç!
2)Tahkim Yasalarının gereğini yap!
BU NE DEMEKTİR?
İşbirlikçi oligarşinin mahkemelerinin hiçbir hükmü yoktur. Emperyalist tekellerin çıkarları için son söz emperyalist mahkemelerindir!
3)Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!
BU NE DEMEKTİR?
Kamuda çalışan 150 bin kamu emekçisini ve özel sektörde çalışan 50 bin kişiyi işten at! Devlete ait işletmeleri, başta emperyalist tekeller olmak üzere özel şirketlere sat!
“SÜREKLİ EYLEM” YAPMAYI SUÇ SAYAN “ÖLÜM ORUCUNA DÖNÜŞEBİLİR” İHTİMALİNDEN KORKAN AKP FAŞİZMİ YÜKSEL DİRENİŞİ KARŞISINDA YENİLDİ!
- Kapitalizmde en yüce değer, kârdır. Sosyalizmde en yüce değer emek.
- Kapitalizmde birey vardır. Sosyalizmde tüm halk.
- Kapitalizm “ben”i yüceltir. Sosyalizm “biz”i.
- Kapitalizm, bütün pisliklerin kaynağıdır. Sosyalizm, değerler yaratır.
- Kapitalizm sömürüdür. Sosyalizm sömürüsüz dünyadır.
- Kapitalizm adaletsizliktir. Sosyalizm adalettir.
Yani kapitalizm ve onun son ve can çekişmekte olan aşaması emperyalizm ile sosyalizm birbirine taban tabana zıttır. Bu iki dünya görüşünden, iki ideolojiden birini savunan; öbürünü yok etmek için her şeyi yapar.
Emperyalizm, halka saldırıya kılıf yaptığı bahanelerini her dönem başka başka gerekçelerle öne sürüyordu. 2000 sonrası dünya halklarına saldırının adı: TERÖRLE MÜCADELE idi. Emperyalist terörü gizlemek, sonuçlarını halklara kabullendirmenin adıydı bu. Elbette teröristler, terörle mücadele diyerek halkın sömürü ve adaletsizlik düzeninden kurtuluş mücadelesini boğmaya çalışıyorlardı.
2010 sonrası ise tecrit edip yalnızlaştırma, terörize ederek imha etme süreciydi. “Terör” denilince akan sular duracak, her türlü saldırı “meşru” hale getirilecekti. Düzene karşı olan herkes “terörist” ilan edilerek cezalandırılınca, halk “terörist” damgası yememek için sinip oturacak, haksızlıkları sineye çekecekti. Elbette hiçbir şey emperyalistler için süt-liman olmadı, olmayacak!
Emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşi de; yağma, sömürü ve adaletsizlik politikalarını teşhir eden Yüksel Direnişçilerine düşmandır. Bu düşmanlık, AKP’yi; direnişi ve direnişçileri yok etmek için yasal ve yasadışı biçimde saldırmasında kendini net bir şekilde göstermektedir. Açlık grevindeki direnişçilerini işkencelerle gözaltına alıp tutuklaması, bu saldırıların sadece bir parçasıydı.
Neden Tutuklandı Nuriye ve Semih?
Siyasi nedenlerini kısaca yukarıda anlattık. Sınıf düşmanlığı nedeniyle saldırmıştır AKP faşizmi. Sınıf düşmanlığı, hukuki gerekçeye de yansımıştı:
- YOĞUN EYLEM YAPIYORLAR!
- AÇLIK GREVİ, ÖLÜM ORUCUNA DÖNÜŞEBİLİR!
Polis operasyonunun ve tutuklanmalarının nedenleri şöyle sıralanıyordu:
“- Nuriye Gülmen ve Semih Özakça isimli şahısların, DHKP-C’nin açık alan yapılanmalarının desteği ile eylemlerine aralıksız devam ettikleri,
-bahse konu eyleme … adreste “Ölüm Orucu Direniş Evi” adı altında DEVAM EDEBİLECEĞİ,
-21.05.2017 tarihi itibariyle süresiz açlık grevi eylemlerinin 74. gününe gelindiği, söz konusu eylemin DHKPC’nin açık alan yapılanmaları tarafından organize edildiği ve
-masum hak arama talebinden çıkarak, terör örgütünün eleman devşirme çalışmalarına dönüştüğü,
-müzahir kitleyi bir arada tuttuğu bir sürece girildiği,
-söz konusu eylemin devam etmesiyle, açlık grevi eyleminin “ölüm orucu” eylemine dönüştürülebileceği,
-bunun neticesinde eylemcilerin olası ölümleri üzerinden terör örgütünce ajitasyon yapılabileceği…”
İhtimaller, terör demagojileri, yalan yorumlar eşliğinde hazırlanmış bu satırlar; ancak faşizmde resmi bir metin olarak kabul edilebilir. Ki bu kadarı bile direnişten ve direnişçilerden korkularını, kendileriyle çelişme pahasına pervasızca tutuklayacaklarını ve bu tutuklamaların hukuki değil tamamen keyfi olduğunu, halkı OHAL’e karşı bilinçlendiren ve birleştiren direnişçilerden intikam almak amaçlı olduğunu anlatmaya yeter.
“Tahmin ve yorumlar üzerine hazırladığım kurgularla, yasal zorbalığa kılıf hazırlarım, devrimcilerin ömürlerini çalarım” sanan AKP faşizminin, yanıldığını anlaması zor olmadı.
Nitekim hiç kimse bir başkasının zorlamasıyla direniş kararı alamaz, açlık grevini sürdüremez, işkenceler pahasına alana çıkmayı sürdürmez!
Bunun için ancak faşizmin zulmüne uğramış ve adaletsizlikler karşısında kendini çok haklı, meşru güçlü hissedenler direnebilir. Nuriye ve Semih de yıllarca emek vererek, alınlarının teriyle edindikleri mesleklerinden bir gecede sokağa atılmış iki eğitimciydi. İşlerinin, ekmeklerinin, emeklerinin çalınmasını, doğal olarak onurlarına bir saldırı olarak gördüler. İşte kabullenmedikleri buydu ve direniş kararını adaletsizliğe karşı aldılar.
Oligarşinin emperyalist politikalarına, “kamuda küçülme” direktiflerine, GATT ve GATS hükümlerine, AKP faşizminin OHAL’i fırsata çevirerek devlet içinde kadrolaşmasını tamamlamak için faşizme karşı direnenleri “terörist” ilan etme politikalarına karşı direndiler.
Direnme gücünü, her gün alana çıkma cesaretini, açlık grevini 324 gün sürdürme iradesini buradan alıyorlardı. Bu yanıyla direnişin fitilini ateşleyen AKP faşizmiydi. Zulmünü artırması, direnişin daha üst boyuta sıçraması ve uzaması demekti. Bunu nereden biliyordu?
Oligarşinin kanlı tarihinden biliyordu. 1984’ten bu yana hapishanelerde ve dışarıda sürdürülen açlık grevi ve ölüm orucu direnişlerinden biliyordu. Devrimcilerin zafere kadar direnme kararlılığından, Kızıldere geleneğini sürdüren, söylediğini yapan, yaptığını savunan devrimci geleneğin büyümesinden biliyorlardı. Direnişlerin Anadolu halkları tarafından sahiplenmesinden biliyorlardı.
ÖLÜM ORUCU VE AÇLIK GREVİ DİRENİŞLERİ, KİŞİNİN BEDENİ ÜZERİNDE BAŞLAR;
AMA ONUNLA SINIRLI KALAMAZ!
Ezilen halkların hak mücadelesinde hiçbir haksızlık, tek kişiye yapılmamış; kazanılan tek bir hak, yalnız kendisi ile sınırlı kalmamıştır. Nuriye ve Semih, işini geri alma mücadelesinde bedenini silah olarak kullanmıştır. Bedenini ortaya koymuş kişinin eylemi, artık “kişisel” olmaktan çıkar ve halka mal olur. Bu durum, tarih boyunca böyle olmuştur. Yüksel Direnişi sürecinde de yaşanan budur.
Bu nedenle açlık grevi daha fazla ilerlemeden, halkın sahiplenmesi daha fazla artmadan tutuklayarak, direnmeye devam ederlerse zorla müdahale ederek direnişi bitirme hesabı yaptı. Ama yanıldı ve direnişe yenildi!
Nuriye Gülmen, direnişin ilk günlerinde verdiği röportajda şöyle demişti: “Tüm kamu emekçilerinin önünde barikat olmalıyız. Barikata çağıran olmalıyız.”
O barikat, direnişti. Direnişte geçen her saniye barikat güçlendi. Direnişin sesi sınırları aştı, kıtaları aştı ve tüm dünyaya ulaştı. Sonuçta AKP faşizmi, direniş karşısında geri adım attı ve 20 Ekim 2017’de Semih Özakça, 1 Aralık’ta Nuriye Gülmen’i tahliye etmek zorunda kaldı.
Tahliyeler, direnişin siyasi zaferlerinden yalnızca biriydi. Direnişin büyümesi ve ölüm orucu direnişine başlayabilme ihtimalleri bile, oligarşiyi korkutmaya ve geri adım atmasına yetmişti. Nuriye ve Semih’in tahliyesi, siyasi tespitlerimizin pratikteki karşılığıydı.
Direniş, tüm emperyalist politikaları etkisizleştirdi. Emperyalizmin ve faşizmin terör demagojilerini parçaladı. Bu vesileyle bir kez daha yineliyoruz:
Direnişin hakkı zaferdir!
Yenilmeyen tek komutan direniştir!
Haftaya Yüksel Direnişi’ni anlatmaya devam edeceğiz.