MALTEPE DİRENİŞİ
YER: İstanbul Maltepe
TARİH: 1 Haziran 1971
“BURASI İSTANBUL MALTEPE…”
İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom THKP-C tarafından cezalandırılmıştır. Tarih 71’in 22 Mayıs’ıdır. Elrom eylemi, emperyalizme, siyonizme karşı büyük bir darbeydi. Oligarşi eylemden sonra yoğun bir operasyon başlattı.
Gözaltılar, tutuklamalar birbirini izliyordu. Mahir ve Hüseyin işte bu kovalamaca içinde Maltepe’de polisle karşı karşıya geldiler. Adlarına “fruko” denilen toplum polislerinin peşlerine takılması üzerine onlarla çatışarak çekilmeye çalıştılar. Ancak bu arada çevirme genişlemişti. Kuşatmayı yaramayacaklarını düşünen Mahir ve Hüseyin bir evin balkonundan içeri girdiler.
Küçükbağ Sokağı’ndaki 8 Numaralı ev, o andan itibaren 51 saat boyunca sürecek bir direniş ve çatışmaya sahne olacaktı.
Evin alt katında kadın ve çocuklar vardı. Burada oturanların dışarı çıkmasına izin verdiler. Pencereden baktıklarında evin çepeçevre askerlerle sarılmış olduğunu gördüler. Alt katın savunmaya fazla elverişli olmadığını düşünerek hızla üst kata çıktılar.
Üst kattaki dairede Sibel Erkan, annesi ve erkek kardeşi ile karşılaştılar. Çevreye toplanan kalabalıktan ve hareketlilikten ürkmüş olan Erkanlar karşılarında ellerinde silahla Mahir ve Cevahir’i görünce ne yapacaklarını şaşırdılar. Sevim Erkan ifadesinde bu anı şöyle anlatıyordu:
“Devamlı silah sesleri duyuyordum. Sonra cam kırılması seslerini işittim. Çocuklarıma ‘aman yavrum balkona çıkmayın, belki kurşun isabet eder’ dedim. Biraz sonra kapının zili çalmaya başladı. Ancak biz açmadık… Yatak odası penceresinden kapımızın zilinin çalındığını, korktuğumuzu söyleyince oradan bir inzibat subayı ve bir polis ‘korkmayın, daireyi terkedin dediler’ dediler. ‘Nasıl terkedeyim, kapıdan girmek istiyorlar’ dediğimde yine aynı şeyleri tekrarladılar. Ben de hırsla pencereyi kapattım, çocuklarla birlikte dairemizin ön salonuna gittim. Bu sırada eli stenli iki şahısla karşılaştık. Çok korkmuş ve heyecanlanmıştım. ‘Aman kardeşim evde herşey sizin olsun yeter ki bize bir şey yapmayın, bize müsaade edin’ diye yalvardım. O sırada birisi ‘Size bir şey yapmayacağız, çıkın’ dedi.”
Mahir’le Hüseyin Sibel’i yanlarına alarak dairede mevzilendiler.
14 yaşındaki Sibel Erkan da rehin alındığı anı şöyle anlatıyordu:
“Antrede bulunduğumuz sırada Hüseyin Cevahir bize su verin dedi… Bu sırada kapıdan çıkmak üzereydik. … Mahir Çayan kapıyı üzerime kapatarak sen burada kalacaksın, gitmeyeceksin dedi.”
Bu arada adeta tüm semt kuşatılmış, civardaki evler boşaltılmıştı.
“Mahir’le Hüseyin, keskin nişancılardan havan topçularına kadar eşi görülmedik bir güçle” kuşatılmışlardı.
Polis ilk başta binada bulunanların kim olduklarından pek emin değildi. 31 Mayıs tarihli gazetelerde evde bulunanların Cihan Alptekin ve Nahit Töre olduğu yazılmıştı.
Evde kimlerin olduğunun sırrı birazdan, onların teslim ol çağrılarına vereceği cevapla aydınlanacaktı.
Öğlen sıralarıydı. Polisler, askerler dışarıdan sık sık “teslim olun” diye bağırıyorlardı. Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir’in cevapları kısa ve tarihseldi:
“Asla teslim olmayacağız. Bizim buradan ancak ölümüz çıkar. Çocuğa dokunmayacağız. Çocuk ancak sizin ateşinizle ölebilir. Silahımızı da asla teslim etmeyeceğiz. Erkek adam silahını atmaz. Bizi teslim almaya gelirseniz silahımız size dönecektir.“
Ölebilirlerdi orada. Ama teslim olmayacaklardı.
İşte gelenek mayalanıyordu orada. İşte tohum toprağa düşmüştü…
Saat 13.00 sularında Mahir ve Cevahir, “THKP savaşçısı” olduklarını söylediler, adlarını verdiler ve “yurt dışına çıkmak için pasaport ve araç” şeklindeki taleplerini açıkladılar. Görevli subay bu talepleri üstlerine ileteceğini söyledi. Mahir ve Cevahir talepleri cevaplanana kadar eve baskın yapılmayacağı konusunda söz verilmesini istediler. Görevli binbaşı söz verdi.
Mahir, Sibel’i rehin tutma amaçlarını, tutsak düştükten sonra duruşmalar sırasında verdiği ifadede şöyle açıklıyordu:
“Bizim Sibel Erkan’ı rehin tutma amacımız ikiliydi:
“1. Bir blöf yaparak iltica hakkı sağlayabilmekti. (Zayıf bir ihtimal olarak kabul ediyorduk)
“2. Esas önemli olan amacımız son nefesimizi verirken THKC’nin adını bütün Türkiye’ye duyurmaktı. Yani politik propagandaydı.”
Kuşatma sürüyordu. THKP-C önderleri bu arada zaman zaman “rehineleri”yle sohbet ediyorlardı. Daha sonra duruşmalarda tanıklık yapan Sibel Erkan, Mahir ve Cevahir’in kendisine iyi davrandıklarını söylüyor, hatta onlardan hep “Hüseyin Ağabey, Mahir Ağabey” diye sözediyor, kendisine kurşunlardan uzak bir yer hazırladıklarını söylüyordu.
Kuşatma sürüyordu.
İlk gece kuşatmayı tamamlayan ışıldakların sönmesi üzerine baskın ihtimalini düşünen Mahir’le Cevahir, evden beş el ateş açarak, teslim olmayacaklarını bir kez de kurşunlarıyla anlattılar.
Geceki bu kurşun seslerinin yerini yine uzun bir süre sessizlik almıştı.
Artık gün ışıyor, tarihler 1 Haziran’ı gösteriyordu.
“Son gün saat 11.00 sıralarında uykuya dalmıştım. Bir tabanca sesi duydum. Kalktığımda Hüseyin’in gözleri heyecanla açılmıştı. Sen mi ateş ettin dedim, o da hayır dışarıdan ateş ettiler dedi.”
Bu atış baskının başlama işaretiydi.
Saat on ikiye yirmi vardı. İlk atışla birlikte binaya dayanmış merdivenlerde bekleyen polisler, hızla üst basamaklara doğru tırmandılar. Vurucu timdeki polislerin bir kısmı çelik yelekli ve tomsonluydu.
Dışarıya “keskin nişancılar” yerleştirilmişti. Bunlardan biri Binbaşı Ahmet Cihangir’di. Eve ilk ateşi açan ve Cevahir’i vuran oydu.
Polisler ve askerler, binanın arka tarafından, cepheden açılan destek ateşiyle içeri girmeye çalışıyorlardı. Mahir ve Cevahir holde sırt sırta eve ön ve arka cephelere bakan yatak odalarından girmeye çalışan polislerle çatıştılar. Arka cephedeki polislerden biri bacağından yaralandı. Sibel misafir odasında kalmıştı.
Düşman çoktu. Düşmanın ateşi yoğundu. Silahları eşitsizdi.
Çatışmayı sürdürdüler. Yaralandılar. Ama elleri hala tetiğe basabilecek durumdaydı. Rehineleri durumundaki Sibel’i yan taraftaki mutfağa alarak onu çatışma ateşinin dışında tutmuşlardı.
İçeri giren polisler, düştükleri yerden ateşi sürdüren Mahir’le Hüseyin’i kurşun yağmuruna tuttular.
Operasyon bittiğinde Hüseyin Cevahir şehit düşmüştü, Mahir yaralıydı.
23 kurşun vardı Cevahir’in vücudunda.
“Gömerim Cevahiri kalbime
dönerim hain hücreme” diye yazacaktı Mahir günler sonra.
Ve aradan çok geçmeden, gençlik, şu türküyü söylemeye başlayacaktı her yanda:
“Burası İstanbul Maltepe,
Cevahir vuruldu kahpece
Eylemin yadigar bizlere
Kalacak Cevahir yoldaşım...”
(Yukarıdaki anlatım, Halk İçin Kurtuluş dergisinin 22.03.1997 tarihli 22. sayısında yayınlandı)