“Cumartesi Anneleri” Değil, “Kayıp Yakınları”
Kavramlar Tarihsel ve Siyasaldır
Herkes Kendine Göre Kavram Belirlememelidir
Evlatlarımızı Sağ Aldınız Sağ İstiyoruz!
Gözaltında Kayıplar Faşizmin Politikasıdır!
Demokratik Mücadele Faşizme Karşı Mücadeledir!
Faşizme Karşı Mücadele İcazetçi Değil, Meşru Mücadeledir;
Reform Değil, Devrim Mücadelesidir!
✭20 Kasım 1980’de Hayrettin Eren, 14 Mart 1991’de Yusuf Erişti,
✭4 Mayıs 1992’de Hüsamettin Yaman ve Soner Gül,
✭6 Ekim 1992’de Ayhan Efeoğlu gözaltında kaybedildi.
✭1992’de TAYAD’lı Aileler, “EVLATLARIMIZI SAĞ ALDINIZ, SAĞ İSTİYORUZ” kampanyasını başlattı.
✭9 Ekim 1992’de TAYAD’lılar Ankara’ya giderek Devlet Bakanı Mehmet Kahraman’la görüştüler.
✭6 Kasım 1992’de DYP İl Binası işgal edildi. Eylemin ardından TAYAD’lı Aileler Başbakan Süleyman Demirel ile görüşerek kayıpların hesabını sordu.
✭13 Ağustos 1993’te Erdoğan Şakar,
✭5 Ocak 1994’te Ali Efeoğlu,
✭Nisan 1994’te Recep Güler,
✭5 Ekim 1994’te Lütfiye Kaçar,
✭24 Aralık 1994’te İsmail Bahçeci,
✭24 Ocak 1995’te Ayşenur Şimşek gözaltında kaybedildi.
✭1995 başlarında her Çarşamba günü İstanbul Kadıköy Altıyol’da bir araya gelen KAYIP AİLELERİ, ’’Analar Katilleri İstiyor’’ sloganıyla alana çıktı.
✭12 Mayıs 1995’te TİYAD’lı Aileler Boğaz Köprüsü’nde yolu trafiğe kapatıp, ’’EVLATLARIMIZI SAĞ ALDINIZ, SAĞ İSTİYORUZ” pankartını açtılar.
✭18 Mayıs 1995’te DHKC, Hasköy Kalaycıbahçe Caddesi’nde yol kesme eylemi yaptı.
✭19 Mayıs 1995’te Maslak Yapı Kredi Bankası DHKC-Dev-Genç tarafından yakılarak tahrip edildi.
✭20 Mayıs 1995’te Küçükçekmece İşadamları Derneği, Yapı Kredi Bankası Küçükçekmece şubesi, Halıcıoğlu Türk Ticaret Bankası, İhlas Holding’e bağlı İhlas Kargo’nun Dudullu’daki şubesi ve Tepe’deki Türk Ticaret Bankası DHKC tarafından yakılarak tahrip edildi.
✭21 Mayıs 1995’te Gültepe Ortabayır’da bulunan Halk Bankası şubesi yakılarak tahrip edildi.
✭27 Mayıs 1995 tarihinde ise direniş Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi önüne taşındı.
✭31 Mayıs 1995’te Bağcılar Mahmutbey Caddesi Barbaros Sürücü Kursu önünde DHKC tarafından yol kesme eylemi yapıldı.
✭31 Mayıs 1995’te Kayıp Aileleri ve Demokratik Mücadele Platformu tarafından “Katilleri İstiyoruz” talebiyle Beyoğlu CHP binasında açlık grevi başlatıldı.
✭1 Haziran 1995’te aralarında TİYAD, Devrimci İşçi Hareketi ve Devrimci Memur Hareketi’nin de olduğu birçok demokratik kitle örgütü, sendika ve derneklerden, şehit ve kayıp ailelerinden oluşan 2 bin kişi, gözaltında kayıpları ve katliamları protesto etmek için Sirkeci Garı önünde toplanarak İstanbul Valiliği’ne yürüdü.
✭9 Haziran 1995’te DHKC bir eylem düzenledi.
DHKC açıklamasında eylem hakkında şu bilgi verildi:
“Ayşenur Şimşek yoldaşımızın kaçırılıp katledilmesine misilleme olarak iktidar partisi DYP’nin İstanbul İl Merkezi’ni bekleyen polislere 9 Haziran saat 7.15’te İBRAHİM YALÇIN SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİMİZ, SİBEL YALÇIN KOMUTASINDA bir saldırı düzenledi.”
Eylemde 1 polis ölürken, bir tanesi de yaralandı. Sibel Yalçın, bu eylemden sonra girdiği evde düşmanın ateşine karşı “Siz Bizim Teslim Olduğumuzu Nerede Gördünüz, Asıl Siz Teslim Olun” diyerek karşılık verdi ve çatışarak şehit düştü.
✭1995 Temmuz’unda KAYIP AİLELERİ “KAYBEDİLEN 300 İNSANIMIZ NEREDE?” kampanyasını başlattı.
✭13 Temmuz 1995’te Devrimci Halk Güçleri, “Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede? İnfazları Bizzat Yapan Katiller Kim?” diyerek Yeni Demokrasi Hareketi (YDH) İstanbul il binasını işgal etti.
✭14 Temmuz 1995’te Devrimci Halk Güçleri, Galata Kulesi’ni İşgal Etti. Kuleye “GÖZALTINDA KAYBOLANLAR BULUNSUN, KATİLLER YARGILANSIN!” pankartı asıldı.
✭17 Temmuz 1995’te Alibeyköy’de Eyüp Emniyet Amirliği’ne bağlı Terörle Mücadele Bürosu’nun bir ekibine FERİT ELİUYGUN SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ tarafından düzenlenen eylemle SÜLEYMAN UYSAL adlı işkenceci, katil polis ölümle cezalandırıldı, 1 polis de yaralandı.
✭31 Temmuz 1995’te CHP Fatih İlçe binası, kayıpların ve katliamların hesabını sormak amacıyla DHKC tarafından basıldı.
✭2 Eylül 1995’te Çağlayan Kuştepe’de Bakırköy Belediyesi DYP seçim otobüsü kayıp ve katliamların hesabını sormak için yakıldı.
✭22 Eylül 1995’te Şişli Kurtuluş’taki Türk Ticaret Bankası molotoflanarak tahrip edildi.
✭21 Ekim 1995’te Düzgün Tekin gözaltında kaybedildi.
✭Düzgün Tekin’in kaybedilmesinin ardından Ekim ’95 sonunda “Sağ Aldınız Sağ İstiyoruz” kampanyası başlatıldı.
✭Gözaltında Kayıplar Kampanyaları süresince pankart asmaktan, afişlemeye, yol kesmeden imza toplamaya kadar onlarca çeşit eylem gerçekleştirildi. Gözaltına alınanlar ve tutuklananlar oldu.
✭31 Mart 1998’de Neslihan Uslu, Metin Andaç, Hasan Aydoğan ve Mehmet Ali Mandal isimli 4 devrimci de gözaltında kaybedildi.
GÖZALTINDA KAYIPLAR MÜCADELESİ İKTİDAR İDDİASI OLMADAN VERİLEMEZ!
Gözaltına kayıplar ilk olarak Naziler tarafından hazırlanan ve uygulanan Aralık 1941’de Nacht und Nebel (Gece ve Sis) Kararnamesi ile yasallaştırıldı.
Hitler faşizminin iktidarda olduğu dönemde, çıkartılan bu kararname ile insanlar, gecenin sessizliğinden, sisin belirsizliğinden yararlanıp tam bir gizlilik içinde gözaltında kaybedildiler. Kararnamede şu talimat veriliyordu:
“A- Mahkûmlar iz bırakmadan ortadan kaybolacaklar.
B- Tutuklandıkları yer veya kaderleriyle ilgili hiçbir bilgi verilmeyecek.”
Kararname, Şubat 1942’de Silahlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı’ndan Mareşal General Wilhelm Keitel tarafından, işgal altındaki ülkelerde gözaltına alınan ve 8 gün sonra hala hayatta olan tüm kişileri kapsayacak şekilde genişletildi.
Bu kararnameye göre, gözaltına alınmış yakınınızdan 8 gün içinde herhangi bir haber alamamışsanız onu artık yasal olarak arayıp sormanız kararname ile yasaklanmıştır.
Gözaltında kayıplar faşizmin halklara yönelik uyguladığı bir gözdağı, korkutma, sindirme, teslim alma saldırısıdır.
Emperyalizmin halkları teslim almak için kullandığı saldırı yöntemlerinden birisidir. Öldürmek, idam etmek, toplama kamplarında yakmak, işkence etmek olağanlaşmışken, gözaltında kaybetmek saldırının boyutunu farklı bir noktada artırıyordu. Kayıp olmak, bilinmezlik duygusunun yaratacağı korkuyu kullanmak istiyorlardı.
Nazilerin başlattığı bu saldırı, sonrasında ABD emperyalizmi eliyle Latin Amerika ülkelerinde de gerçekleştirildi.
Arjantin’de 30 bin, Guatemala’da 45 bin, Şili ve El Salvador’da yüzlerce, binlerce devrimci gözaltında kaybedildi.
Arjantin, gözaltında kaybedilenlerin ailelerinin verdiği mücadele ile örnek olmuştur. Arjantin’de 1976’da General Vileda önderliğinde yapılan cunta iktidarında 30 bin Arjantinli devrimci ve yurtsever katledildi. Yıllar süren soruşturmaların ardından, bazı cenazelerin dinamitlerle tahrip edildiği, bir kısmının bilinmeyen toplu mezarlara gömüldüğü; ancak çoğunluğunun uçaklardan Atlantik Okyanusu’na atıldığı öğrenildi. Sadece 1978 Arjantin’de düzenlenen Dünya Futbol Kupası sırasında kaybedilen devrimci sayısı 413’tür.
Dünyada kayıplara karşı ilk eylem 13 Nisan 1977’de Arjantin’de, cunta genel merkezine 100 metre uzaklıktaki Plaza del Mayo’da (Mayıs Alanı) başladı. Plaza del Mayo’nun ilk eylemi bir kayıp anası olan Azucina Villasor de Vicenti’nin öncülüğünde bir perşembe günü 14 annenin bir araya gelmesiyle oldu. Vicenti’nin kendisi de başka annelerle birlikte gözaltında kaybedildi. Ailelerin bir avukatı da gözaltında kaybedildi. 1977 yılında kaçırılan Plaza de Mayo annelerinin liderlerinin cesetleri 2005’te bulundu. Meydanın içinde bulunan bir duvara külleri gömüldü.
1979’da Cuntacı Vileda, “Kaybolma Nedeniyle Ölüm Varsayımı” yasası çıkardı. Kayıpların ebediyendönmeyecekleri, katillerinin devlet olduğu, miraslarınınaileleri tarafından alınabileceğinin düzenlendiği buyasa ile teyit edilmiş oldu.
Arjantin’de gözaltında kayıplar mücadelesi, annelerin yaşlanması nedeniyle 25 Ocak 2006’da yapılan son yürüyüşle son buldu. Yaşları 74 ile 93 arasında değişen anneler, “yolun sonuna kadar gidebileceklerini” düşünmediklerinden, “direniş yürüyüşlerine” son verdiler.
Yani aslında Arjantin’deki 30 bin kaybın hesabı yarım kaldı… Çünkü cunta liderleri, işkenceciler, CIA ajanları yargılanmadı, cezalandırılmadı. Ama aileler mücadeleyi sonlandırdılar. Kayıplar mücadelesi sadece kayıp yakınlarının mücadelesi değil faşizme karşı mücadeledir. Ama örgütlülük olmayınca bireysel çabaların da devamı gelmemiştir.
Bizim ülkemizde ise kayıplar politikası 12 Eylül faşist cuntasıyla birlikte uygulanmaya başlanmıştır. 1990’lardan itibaren ise sistematik hale getirilmiştir.
20 Kasım 1980’de gözaltına alınan Hayrettin Eren, 12 Eylül Cuntası tarafından kaybedilen ilk devrimcidir. Gayrettepe İşkencehanesi’nde Hayrettin Eren’i gören tanıklar vardı. Hayrettin gözaltına alındığı gün kullandığı babasının arabası Gayrettepe’deki Emniyet Müdürlüğü’nün bahçesi bizzat Hayrettin’in annesi tarafından görülmüştü ama Emniyet Müdürlüğü gözaltına aldıklarını dahi kabul etmedi.
1991-1996 arası devletin kayıp politikasının en yoğun olduğu yıllardır. Kaçırılan, yolda yürürken zorla arabaya bindirilen, işkenceyle gözaltına alınan birçok insandan bir daha haber alınamadı.
Yusuf Erişti, 14 Mart 1991’de, gözaltında onu gören tanıklar olmasına rağmen kaybedildi. Mart 1991- Ekim 1992 arası 6 devrimci gözaltında kaybedildi: Yusuf Erişti, Hüseyin Toraman, Hasan Gülünay, Hüsamettin Yaman, Soner Gül ve Ayhan Efeoğlu.
9 Ekim 1992’de Ankara’ya giden ailelere Devlet Bakanı Mehmet Kahraman “Keşke bu kayıplar kamuoyuna yansımasaydı” diyerek, suçlarını itiraf etti.
TAYAD’lı Aileler, “EVLATLARIMIZI SAĞ ALDINIZ, SAĞ İSTİYORUZ” kampanyası başlattı. Gazeteler, radyo ve televizyonlar, demokratik kitle örgütleri, partiler dolaşılarak kayıpların akıbeti soruldu.
6 Kasım 1992’de DYP il binası işgal edildi. İşgal üzerine dönemin başbakanı Süleyman Demirel, TAYAD’lı Ailelerin görüşme talebini kabul etti. Fakat görüşmeye Demirel değil Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu geldi. Bunun üzerine TAYAD’lı Aileler, “Kayıplar Bulunsun, Demirel Hesap Versin”, “Çocuklarımızı Biz Doğurduk Faşizme Öldürtmeyeceğiz” sloganlarıyla Demirel’in evinin önü işgal edildi. Demirel görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldı ve “Ne yapayım cebimden mi çıkarıp vereyim. Hukuk devletinde hiç kimse durduk yerde kaybedilemez, öldürülemez.” dedi.
TAYAD’lı Aileler, Başbakanlık önüne kan atma eyleminden, Avrupa Parlamentosu’nda mücadelelerini anlatmaya kadar yakınlarını arayıp bulma, katillerinden hesap sorma kararlılığıyla çeşitli eylemler düzenlediler.
Devlet göstermelik olarak TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı bir “Kayıpları Araştırma Komisyonu” kurmak zorunda kaldı. Ama TAYAD’lı Aileler, bu komisyon işkencecileri aklama komisyonudur, diyerek tavırlarını ortaya koydular.
Gözaltında kayıplar devam ediyordu:
13 Ağustos 1993’te Erdoğan Şakar, 5 Ocak 1994’te Ali Efeoğlu, 24 Aralık 1994’te İsmail Bahçeci, 24 Ocak 1995’te Ayşenur Şimşek gözaltında kaybedildi.
Gözaltında kaybedilenlerin akıbetleri bilinmiyordu.
İlk defa Ayşenur Şimşek’in cesedi bulundu. 12 Nisan 1995’te Ayşenur’un ailesini arayan Kırıkkale
Savcısı, Ayşenur’un gömülü olduğu yeri bildirdi.
Ülkemiz açık bir işkencehaneye dönüştürülmüştü.
1990’larda 300 devrimci gözaltında kaybedildi. 1995 yılı kayıpların en yoğun yaşandığı yıllardan biri oldu.
Oligarşi, gözaltında katlettiği insanlarımızın cesetlerini görülebilecek, bulunabilecek yerlere bırakmaya başladı. Hasan Ocak ve Rıdvan Karakoç’un da cesetleri bulundu. Faşizm, yüzlerce devrimciyi kaybetmesine rağmen istediği korkuyu, yılgınlığı yaratamadığı için devrimcilerin işkence edilmiş cesetlerini sağa sola bırakmakla, dehşet salarak halkı, halkın öncülerini teslim almayı hesaplamıştı. Ama amaçlarına ulaşamadılar.
TAYAD’lı Aileler. 1995 Temmuz’unda “KAYBEDİLEN 300 İNSANIMIZ NEREDE?” kampanyasını başlattı.
31 Mart 1998’de Neslihan Uslu, Metin Andaç, Hasan Aydoğan ve Mehmet Ali Mandal isimli 4 devrimci de gözaltında kaybedildi.
Yaklaşık bir yıl sonra, itiraflarda bulunan Turan Ünal adlı kontrgerilla elemanı, dört devrimcinin Foça’daki askeri birliklerde işkence yapıldıktan sonra, kolları, bacakları kırılmış olarak bir tekneye konulduklarını ve teknenin Seferihisar açıklarında bombayla batırıldığını açıkladı. Ünal, tutuklu bulunduğu hapishanede Cepheliler tarafından sorgulanarak cezalandırıldı.
Yusuf Erişti’yi ele veren hain M. Ali Çelik de Bayrampaşa Hapishanesi’nde cezalandırıldı.
TAYAD’lı Aileler’in gözaltında kayıplar için verdiği mücadele tarihseldir. Sadece sloganlarıyla değil, tırnaklarıyla da aramışlardır evlatlarını. Çöplerin içinde, ormanlık alanlarda toprağı kazarak, yağmur çamur demeden işkence ile kaybedilen evlatlarını aramışlardır.
Düzgün Tekin, Hüsamettin Yaman, Soner Gül ve Ayhan Efeoğlu’nun Cesetleri, Katillerinin İtiraflarıyla Kazı Yapılarak Aranmış Ama Herhangi Bir İze Ulaşılamamıştır.
TAYAD’lı Aileler sadece kayıplarını aramak için değil, şehit cenazelerine karşı da görevlerini yerine getirmiştir. DHKC gerillası Ali Yıldız’ın kemikleri, 63 günlük ölüm orucu eylemiyle toplu mezarın kazılmasıyla bulunmuş ve cenaze töreni yapılmıştır. Türkiye tarihinde ilk kez bir toplu mezar açtırılmıştır. Bu TAYAD’ın ölümüne mücadelesiyle kazanılmıştır.
TAYAD’lı Aileler’in, 9 Şubat 2017’de Dersim’de 11 Cephe gerillasının cenazelerini almak için başlattığı 90 günlük mücadele zaferle sonuçlandı. Bombalanmış sığınaktan çıkan 165 parça kemik TAYAD’lı Aileler’in direnişiyle birleşti ve mezara kavuştu.
TAYAD’LI AİLELER, ÖZGÜR TUTSAKLARIN VE DEVRİM ŞEHİTLERİNİN ANNE BABALARI, YOLDAŞLARI, SIRTLARINI DAYADIKLARI DAĞDIR.
GALATASARAY’IN MEVZİ OLARAK KAZANILMASI SÜRECİ
Kayıp Yakınları, bilinmezliği bilinir hale getirmek, sindirme saldırısını durdurmak, kaybedilme tehdidine cevap vermek için ilk olarak, 1995 başlarında her çarşamba günü İstanbul Kadıköy Altıyol’da bir araya geldiler. “Analar Katilleri İstiyor” sloganıyla alana çıkıldı.
27 Mayıs 1995 tarihinde ise direniş Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi önüne taşındı. Her haftaGalatasaray Lisesi önünde bir araya gelerek kayıplarıtanıttılar, kayıplarına sahip çıktılar ve onları katledenlerdenhesap sordular. Sanatçılar, sendikacılar, aydınlarda kayıp ailelerinin mücadelesine destek verdiler.
Galatasaray Lisesi önü, kayıp ve tutsak yakınlarının ortak mevziisiydi.
Bu mevzi sayısız saldırı, gözaltı ve işkenceye karşı direnişle kazanıldı. Sadece kayıplar için bir mevzi olmayı aşıp, katliamların, tutsaklara yapılan saldırıların hesabının da sorulduğu bir eylem alanı oldu Galatasaray Lisesi’nin önü. 1000 operasyonun sorumlusu, katil, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın yönettiği operasyonlarla saldırıldı kayıp yakınlarına.
Galatasaray Lisesi önündeki eylemlerin 3. Yılında kayıp yakınları ne olursa olsun mevzilerini koruyacaklarını şöyle ifade ediyorlardı: “Kanla kazanılan Galatasaray mevzisinden adım attırmaya mı çalışıyorlar. Mevziler terkedilmeyecek, her yer Galatasaray olacak. Kovmaya mı çalışıyorlar, oturulacak. Yarım saatle mi sınırlandırmak istiyorlar, daha uzun oturulacak. Sloganları mı susturmak istiyorlar, daha güçlü haykırılacak. Düşmanın çizdiği sınırlarda değil, o mevziiyi kazananların çizdiği sınır belirleyici olacaktır. Kayıpların akıbetini öğrenene kadar, kayıpların hesabı sorulana kadar eylemlere devam edilecek…” İşte bu anlatım, demokratik mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğinin dersidir.
Galatarasay, direnişle bir mevzi haline dönüştürülürken, o mevzide uzlaşanlar ve uzlaşmayanlar, reformistler ve devrimciler sürekli satıştı. Reformizm direnişi sürekli geriye çekmeye çalıştı. Reformizmin sözcülüğünü İHD üstleniyordu.
Aileler, kayıp ve şehit resimleriyle, ‘Kayıplar Bulunsun, Hesap Sorulsun’, ‘Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak’, ‘Kayıpların Sorumlusu Devlettir’, ‘Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek’ sloganlarıyla öfkelerini, acılarını, taleplerini dile getirirken, reformizm ve onların sözcüsü İHD, sürekli olarak “slogan atmayalım, sessiz çığlığımızı sürdürelim’ çağrısı yapıyordu. Farklı gündemlerin alanda dile getirilmemesini, kendilerini “kayıplarla” sınırlamayı dayatıyorlardı. Hatta o kadar ki, İHD’liler, Ölüm Orucu şehitlerinin resimlerinin indirilmesini isteyecek kadar geri bir noktaya savrulmuşlardı.
“Kayıp Yakınları” kavramının yerine “Cumartesi Anneleri” kavramının tercih edilmesi de bu döneme bu tartışmalara denk gelir.
“Cumartesi Anneleri” tanımlaması, kayıp yakınlarını ifade etmeyen, sınıfsal bir niteliği olmayan, Arjantin’deki Perşembe Anneleri’nden esinlenerek konulmuş bize ait olmayan bir isimdir. Katillerimizle açıktan çatışmayan, faşizme faşizm demeyen bir anlayışın tercihidir bu isim.
“Sessiz çığlık” dedikleri; sınıf kinini, hesap sorma isteğini sessizliğe boğmak demektir. Polisin kabul edebileceği biçimleri gözeten icazetçi bir anlayıştır İHD’ninki.
“Cumartesi Anneleri”nin 1000. hafta eylemlerinde de bu icazetçiliği bir kez daha gördük. 25 Mayıs’ta İHD öncülüğündeki Cumartesi Anneleri’nin eylemini basın şöyle verdi: “Cumartesi Anneleri’ne İzin Çıktı, Olay Çıkmadı” (Sözcü, 26.05.2024)
İzin verirseniz, bakın olay da çıkmaz… İşte tam da reformistlerin eylem anlayışı budur. TAYAD’lı Aileler ise Ölüm Orucu direnişçisi Nurettin Kaya’nın sesi olmak için, direnişini duyurmak için, kuyu tipi hapishanelerin kapatılması talebiyle 27 Mayıs’ta Taksim’de Zafer Anıtı’nın önünde “NE İCAZET NE İZİN! ‘84’TEN 2024’E BÜTÜN ALANLAR BİZİM’’ meşruluğu ile eylemdeydiler.
DİRENMEDEN, BEDELLER ÖDENMEDEN MEVZİLER YARATILAMAZ, YARATILMIŞ MEVZİLER SAVUNULAMAZ
Demokratik mücadele nedir? Mahir Çayan, barışçıl mücadeleden söz ederken, barışçıl mücadele der ve önüne bir parantez açıp (uzlaşıcı değil) diye belirtir. Barış için mücadele uzlaşmacı mücadele, yasalcı mücadele demek değildir. Kayıp yakınlarının verdiği mücadelede uzlaşanlarla uzlaşmayanların farkı da çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Hiçbir demokratik mevzi direnişsiz, bedelsiz kazanılmamıştır.
Reformistler, devrimcilerin ödediği bedeller üzerinden “mevzi” kazanmış fakat bedelleri ödemeye hazır olmadıkları için de mevzileri yaşatamamış, sürdürememiş ve icazetçiliğin, yasalcılığın, düzen içiliğin temsilcisi olmuşlardır.
DEMOKRATİK MÜCADELE BEDEL ÖDEMEK ÜZERİNDEN SÜRER.
GÖZALTINDA KAYIPLARIN AKIBETLERİNİ ÖĞRENMEK, KATİLLERİNDEN HESAP SORMAK İÇİN FAŞİZME KARŞI MEŞRU MÜCADELE VERMEK GEREKİR.
DEMOKRATİK MÜCADELE DEVRİM İÇİN MÜCADELEDİR!
(Halk Okulu, Sayı: 239)