Direnişin Sesi programında 3 Ocak Çarşamba günü yayınlanan, S,R,Y Kuyu tipi tecrit hapishanelerine karşı ölüm orucu ve süresiz açlık grevi direnişinin konu alındığı, ayrıca direnme hakkının anlatıldığı bölümün kaydını paylaşıyoruz.
- Direnme Hakkı Dendiğinde Ne Anlamalıyız?
Direnmek kelimesinin sözlük anlamı; “herhangi bir düşüncede, bir istekte veya bir durumda karşı koymak, ayak diremek, inat etmek, ısrar etmek”tir. Toplumbilim açısından anlamı “bir hakkı elde etmek için, toplumsal bir kümenin, bir başka toplumsal kümeye ya da bir kimseye topluca karşı koyması”dır. Sınıflar mücadelesi açısından ise, ezilen sınıfların, egemenlere karşı yürüttüğü mücadele ve bu mücadelede ısrarıdır. Sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte direnme hakkı da ortaya çıkmıştır. Çünkü direnme hakkı, ezilenlerin yaşam hakkı başta olmak üzere, hak, adalet, onur, eşitlik gibi en önemli değerlerini savunmasıdır. Yani direnme hakkı, halkların hayatta kalma koşulu ve zorunluluğudur. Çünkü sınıfların varlığı, baskı, zor, sömürünün de kaynağıdır.
Direnme hakkı; 1789 Fransız Devrimi’nin formülleştirdiği İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinde
“Her siyasal topluluğun amacı, insanın doğal ve vazgeçilmez haklarının korunmasıdır. Bu haklar özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnme hakkıdır” diye yer alır. Ancak bu, burjuvazinin bize bahşettiği bir hak değil, bizzat tarih içinde direnerek, kan dökerek, savaşarak kazanılmış ve egemenlerin de kabul etmek zorunda kaldığı bir haktır.
Emperyalist demokrasilerin bugün halklara bahşettikleri, propagandasını yaptıkları ne varsa, hepsi halkların direnme haklarını kullanarak kazandıklarıdır. Egemenlerin halklara verdiği hiçbir şey yoktur.
Halklar kendilerinin olan her şeyi direnerek geri almışlardır, almaya da devam edeceklerdir. Elbette direnme haklarını kullanarak.
- Meşru Olmayan, Meşruluk Bilinci Olmayan Direnebilir mi?
Ezilen, sömürülen, adaletsiz bırakılan herkesin, tüm halkların, sömürüye ve zulme direnme hakkı vardır. Buna inanmak meşruluk bilincidir.
Tarihsel ve sınıfsal olarak haklı olmaktan ileri gelen bir bilinçtir bu. Meşruluk bilinci, zulme karşı her yolla direnmeyi ve savaşmayı da meşrulaştırır. Zulüm düzenini ortadan kaldırmak için silahlanmaktan, silahlı her tür eylemden en pasif direnişe kadar her türlü direniş ve savaş yönteminin meşru olduğuna inanılmadan direnilemez.
Bu noktada, yasal olan ile meşru olanın ayrımını iyi bilmek gerekir. Yasal olan sınıflar üstü değildir. Yasalar egemen sınıfların çıkarlarını korumak üzere oluşturulmuşlardır. Ancak meşruluk, egemenlerin değil; halkın itici gücüdür. Bunun için düzenin yasalarının sınırları değil; halkın tarihsel ve siyasal haklılığı belirler direnme hakkını.
Halkın direnme hakkından daha güçlü bir yasa, kural yoktur yer yüzünde.
- Oportünist ve Reformist Anlayışlar, Direnme Hakkına Nasıl Bakarlar?
Gerçeklerin apaçık ortada olması, halk saflarında olmak, direnmek için yeterli değildir. Düşmanın ideolojik ve fiziki saldırılarına karşı koyacak net bir M-L ideolojiye, vatan ve halk sevgisine, tarihin birikimine değer ve geleneklere sahip olmayanlar, direniş kaçkınlığı yapmanın bir yolunu da bulurlar. Hatta bunu teorize ederler. Ülkemiz solunda sıkça karşılaştığımız bir durumdur.
Reformizm, zaten kendini yasal sınırlar içinde hapsetmiş ve halkın çıkarlarının gerisine düşmüştür. Oportünizm ise meşruluk zemininden uzaklaşmış, emperyalizme “emperyalizm” diyemez duruma gelmiştir. Kürt milliyetçileri bu konuda artık dost-düşman kavramlarını birbirine karıştırır olmuştur. Faydacı yaklaşımın olduğu yerde direnme hakkı da kullanılamaz. Direnme hakkını kullanmak her şeyden önce dost ve düşman cephelerinde net olmayı gerektirir. Direnme hakkını “ama, fakat” demeden kullanmak ve kullananı desteklemek zorunludur. Aksi, halk ve düşman saflarını karıştırmaya yol açar. Nitekim Çavuşesku’dan Saddam’a, Esad’a, Kaddafi’ye emperyalizme karşı direnenlerin yanında değil karşısında yer alınır. Halkların vatan savunmasına, sosyalizm savunmasına değil emperyalizmin imparatorluk saldırılarına destek verilir. Ki son 30 yılı özellikle ülkemiz solu açısından böyle tarif etmek zorundayız. Halkların direnme hakkını kullanmasına “ama, fakat” diyerek destek olmamışlardır.
- Direnme Hakkı İdeolojik Bir Silah mıdır?
Direnme hakkı, ideolojik bir silahtır. Direnme hakkı, bugün emperyalizmin ve faşizmin dünya halklarına bağımsız, özgür, sömürüsüz bir yaşam tanımak istememesi karşısında halkın kendi iktidarına yürüme kararlılığıdır. Direnme hakkını kullanmakta ısrar edenler fiziki imhayı göze alarak savaşırlar. Direnme hakkını kullananlara kimse boyun eğdiremez. Direnme hakkını kullanmaktan vazgeçmeyenleri tarih sahnesinden kimse silemez. Bunun için emperyalizm ve faşizm halklara direnme hakkını kullandırtmamak amacıyla onlarca politika ve saldırı örgütlüyor. Kendisine başkaldırma hakkı bile tanımak istemiyor.
Mesele emperyalizm açısından sadece halkları baskı ve zor ile sindirmek, susturmak değildir, halkları bir daha kendisine karşı koyamaz hale getirmektir. Bunun yolu da halkların direnme hakkını kullanacak tarihsel bilinçten, meşruluktan ve kendi kaderini belirleme iradesinden uzaklaştırılmasıdır. Eğer halkların zulme, baskıya, sömürüye karşı direnme hakkı yoksa, zaten diğer hiçbir hakkın da hükmü yoktur.
- Direnme Hakkının Tarihsel Gelişimi Nasıldır?
Köleci feodal ve kapitalist toplumlarda, yani sınıflı toplumlarda egemen sömürücü sınıflara karşı ezilenlerin sürekli mücadeleleri olmuştur. Baskının, zulmün olduğu her yerde ezilenlerde içten içe direniş ve isyan arzusu oluşur. Köle efendisine diş biler, maraba toprak ağasına, işçi patrona… Çünkü birinin çıkarına olan diğerinin zararınadır.
Gücü elinde bulunduran egemenler, her zaman baskı ve zorla itaat ettirmeye çalışır, kendinden olmayanı ezer. Efendi köleye verdiği yemeği, ağa köylüye sağladığı sefil yaşamı, işveren işçiye ödediği ücreti lütuf sayar. Kendisine minnet duyulmasını ister. Oysa ezilenlere verilenler onun emeğinin kat kat altındadır. Ezilenlerden çalınanları almak için zulmedene, adaletsiz olana karşı koymaya cesaret edenler ezilenlerin onur, gurur kaynağı olur, örnek alınırlar.
Spartaküsler isyan bayrağını açtığında kölelerin özgürlük ruhunu kamçıladılar. Bruno, Ortaçağ karanlığını kendi bedeninden yükselen ateşle aydınlattı.
Grevlerde, fabrika işgallerinde emekçiler katledilmeyi göze alarak direndi, ayaklandılar. Sütçü İmamlar, Şahinbeyler, Kubilaylar, Nene Hatunlar… hepsi ama hepsi emperyalist işgale karşı kurtuluş savaşı yürüttü, direnme hakkını kullandı. Ülkemiz ve dünya halklarının tarihi böyle sayısız direniş örneğiyle doludur.
- Direnenler Her Zaman Kazanırlar mı?
Evet, direnenler her zaman kazanırlar. Her zaman somut, maddi kazanımlar elde etmeyebilirler. Ancak direnenler; ideolojik, siyasi olarak her zaman kazanırlar ve direnme haklarını kullanmakta ısrar ettikçe de bu kazanımlar askeri bir kazanıma da bir iktidar kazanımına da dönüşür.
Bazen tarihsel ve siyasal koşullar gereği, fiziken gücü yetmez kazanmaya, nihai zafere ulaşamaz. Ancak davadan vazgeçilmediği sürece, bu bir yenilgi olarak adlandırılamaz. Faşizme karşı irili-ufaklı her direniş, bir zaferdir. Kızıldere’de Mahirler katledildi ama emperyalizme ve faşizme karşı mücadele engellenemedi.
Aksine, teslim olmama geleneği büyüdü. Sabolar “teslim ol” çağrılarına “siz bizim teslim olduğumuzu nerede gördünüz” derken halkların binyıllardır kullandığı direnme hakkını savunuyordu düşmanlarının karşısında. Ve bugün “OHAL koşullarında direnilemez” diyenlere bir başına kalınsa da direnme hakkını kullanmakta ısrar edenlerin önünde hiçbir gücün duramayacağını gösterdi Nuriyeler. İşlerinden atılmalarıyla sonuçlanan hak gaspı, bugün asıl olarak direnme haklarını kullandıkları için ve bu hakkı kullandırtmamak üzere yapılan bir saldırıya dönüşmüştür. Ancak Nuriyeler, direnme haklarını ölüm bedeli kullanmakta ısrar ettikleri için son sözü de onlar söyleyeceklerdir.
- Halkımız, Direnme Hakkına Nasıl Bakıyor?
Dadaloğlu’nun “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” sözü direnme hakkını ifade eden güzel bir sözdür. Osmanlı’nın adaletsizliğine isyan eden dağların yolunu tutmuştur. Tütünde sömürüyü kabul etmeyenler rejime karşı kaçağa çıkmış, on binlerce insan böyle katledilmiştir.
Sayısız ayaklanma yaşanmış, zalimin zulmüne “gayrı yeter” denmiştir.
Maraşlar, Çorumlar, Madımaklar. Alevi ve Kürt halkına yönelik kıyımlar yapılmış ancak direniş ruhunu köreltememiştir. Her direniş geleceğe mirastır. Ve sonraki direnişlere esin kaynağı olur. Tarihsel alt-üst oluşlar, devrimler böyle böyle zafere dönüşür.
Haziran Ayaklanması yakın tarihimizdeki bir örnektir “Derya dediğin / uyur uyur uyanır” dizeleri gibi direnme hakkını sürekli kullanmıştır Anadolu halkları. Bazen namusuna, onuruna yönelik bir saldırıda, bazen sömürüye karşı, bazen vatanın işgaline karşı. Ama hep ayaklanmalar, hep direnişler diyarı olmuştur Anadolu.
Baskının olduğu yerde direnmenin meşruluğuyla dağlara da çıkmış, yüzyıla yayılan ayaklanmalar da yapmıştır. “Anadolu İhtilali Parti-Cephe İle Sürüyor” sloganı topraklarımızda halklarımızın direnme hakkını nasıl kullandığının geçmişini de geleceğini de özetler.
- Direnmeden Onurlu Bir Yaşam Sürdürülebilir mi?
Hayır, sürdürülemez. Düzen, insanı sürekli geri adım atmaya, iradesizleşmeye, onursuz, ahlaksız, değer ve geleneklerden uzak bir yaşama boyun eğmeye, açlığa, yoksulluğa, emeğinin gasp edilmesine sessiz kalmaya zorlar. Bir yandan da beyinlere bütün bu zulüm ve sömürünün kaynağının direniş olduğunu, direnilmezse zulüm ve sömürünün de olmayacağını işler. Elbette zulüm ve sömürünün kaynağı kapitalizm ve faşizmdir. Bunlar ortadan kalkmadıkça, zulüm ve sömürü de sürecektir. Ortadan kaldırmanın yolu ise hiç vazgeçmeden, ölüm pahasına direnmektir. Ses çıkarmamak, ses çıkaranların yanında olmamak, gözlerini kapamak daha büyük baskı ve hak gasplarının nedenidir. Düşünelim ki, üzerimize yıkılan bir binanın önüne örülen bir duvardır direniş, binanın altında kalmamızı önler. Ama bina üzerimize yıkılacak korkusuyla duvarı örmemek, kafamızı öne eğip beklemek ölüm demektir.
Tarih tanıktır, 1984’te hapishanelerde ölümüne direnmeseydik gençlikten memurlara, işçilere tek bir ses çıkmazdı 12 Eylül faşizmi karşısında. Eğer 1990’larda karşı-devrimci saldırılar yükselmişken, sosyalizmin ölümü ilan edilmişken; orak-çekiçli bayrağı dalgalandırmasaydık, halk düşmanlarının beyninde patlamasaydık, 2000- 2007 Büyük Direnişi’nde, yedi yıl 122 kez direnme hakkımızı gasp ettirmemek için ölmeseydik, bugün OHAL karşısında direnen tek kişi de kalmazdı. Direnme hakkını savunmak için direnmek zorunda olduğumuz bir süreçte ve ülkedeyiz. Tüm hakların kaynağı direnme hakkı yok edildiğinde geriye tek bir hak kalmayacaktır.
Bunun için faşizm ülkemizde direnme hakkını kullanmamızı engellemek için pervasızca saldırırken, emperyalizm dünya halklarının direnme hakkını “terörizm” demagojileriyle yok etmeye çalışıyor.
Mantıksız, amaçsız, hedefsiz değil elbette her gün iki-üç bazen bir kişiye saldırmaları Yüksel’de. İnsan Hakları Anıtı’nı çevirip çiçek atılmasını bile engellemeleri bilinçli ve hedefli bir politikanın ürünü. Bu politika direnme hakkını kullandırtmamak, yıldırarak bu hakkın kullanımından vazgeçirmektir. Böylece haklarımızla, özgürlüklerimizle bizi diri diri mezara gömmektir.
Susunca, direnmeyince var olanı koruyacağını düşünmek, başta reformizmin tarihsel yanılgısı, bugün ise bilinçli politikasıdır. Bugün varolan, zaten direnenlerin koruduklarıdır. Direnenler kalmayınca o var olanlar da bir bir geri alınacaktır. Ancak bugün direnmekten geçtik, direnenin yanında olmayan, yarın tek başına kalınca ne yapabilecektir?
- Direnme Hakkını İdeolojik Olarak Hedef Alan Düşünce ve Sloganlar Nelerdir?
Direnme hakkı, varlık koşulumuz, yaşam zeminimizdir dedik. Bu sadece savaşan bir örgütün değil, bu tüm bir halkın gerçeğidir.
Emperyalizm ve faşizm koşullarında tüm halklar direnme hakkını kullandığı oranda geleceklerini kazanabilirler. Bunun için ideolojik düzeyde onlarca saldırı örgütlüyor emperyalizm ve faşizm. En başta “terörizm” demagojisiyle beyinler dumura uğratılıyor. İşgal altındaki halkların işgalciye karşı meşru direnişi terörizm denilerek gayri-meşrulaştırılıyor.
Savaşan örgütler “barış” safsatalarıyla direnme haklarını kullanmaktan vazgeçirilmeye çalışılıyor. Oysa halkların kaderini belirlemek için direnme haklarını kullanmamaları kaderlerini düşmanlarının eline teslim etmeleri demektir. Barış aldatıcı bir kavram, bir süreçtir. Zalimle mazlumun, işgalciyle işgal edilenin barışı, zulmün galibiyetidir. Mağlubiyet, direnme hakkının kullanılmasından vazgeçiş, halkların iradesini emperyalizme ve faşizme teslim etmeleridir. Bu nedenle emperyalizmin ve faşizmin ve onların halk saflarındaki propagandistleri olan reformist, oportünist anlayışların bayrak edindikleri her slogana, her düşünceye karşı uyanık olmak zorundayız.
Barış denilerek Kürt halkının direnme hakkından vazgeçmesini örgütlemek, “silahlar sussun” diyerek, “savaşa hayır” diyerek halkların düşmanlarına boyun eğmesini öğütlemek, ancak emperyalizme ve faşizme hizmet eder. Direnme hakkını yok eder ve halkları çaresizliğe mahkum eder.
Direnmeyen Çürür mü? Direnme Hakkını Savunmayan Ölür mü?
Evet, direnmeyen çürür. Direnme hakkını savunmayan, saldırılar karşısında direnmeyen ne demokrat olabilir ne devrimci ne de başka bir hakkı savunabilir, siyasi bir ölüye dönüşür. Direnme hakkı kutsal ve yok edilemez bir hak ise, bu hakkın savunusu için kendisini ortaya koymayanlar önce ideolojik ve siyasi olarak ve peşi sıra da fiili olarak yok olur. Şu açık ki, bugüne kadar ne kadar kazanılmış hak varsa tüm bunlar ancak direnme hakkıyla kazanılmıştır.
Direnme hakkı savunulmadan, direnme hakkının saldırı altında olduğu bugünlerde bu hak uğruna dövüşmeden yaşamak, ayakta kalmak, siyaset yapmak, halkların kurtuluş mücadelesini örgütlemek, halkın iktidarı için örgütlenmek mümkün değildir.
Emperyalizm ve faşizm koşullarında direnilerek kazanılanlar, ancak direnilerek korunabilirler. Bunu akıldan çıkarmayacağız. Ve direnme hakkını savunmak için ölmek zorunda olunan bir ülkede yaşıyorsak, kendimizi korumak dahi çürümeye döner, unutmayacağız. Artık kendini koruma değil, kendini ölümüne savunma dönemindeyiz.
Dünya kurulalı beri hiçbir zalim direnme hakkını yok edememiştir. Yasalar da çıkar, direnenler kurşunlara da dizilir, hapislere de atılır ama direnişler yok edilemez. Aslolan direniştir, direnişçiler bayrağı elden ele taşırlar. Bunun için direnmenin ve direnme hakkını savunmanın halkların var olma yolu olduğu kadar tarihsel bir onur olduğunu da akıldan çıkarmayacağız.
Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş
Sayı: 21, 2 Temmuz 2017