Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşamı üzerine pek az somut tarihsel bilgi bulunuyor. Döneme ilişkin araştırmalar sonucu 1209 yılında doğduğu 1271 yılında öldüğü tarihi kayıtlarla doğrulanabiliyor. Yaşadığı döneme en yakın yazılı kaynaklar Mevlevi Şeyhi Ahmed Aflaki’nin 1318-1358 yılları arasında yazdığı “Arifilerin Menkıbeleri” ve Elvan Çelebi’nin 1333’te yazdığı “Baba İlyas Menkıbnamesi”dir. Daha sonraki yüzyıllarda yazılan Osmanlı tarihçilerinin eserlerin de ise Hacı Bektaş-ı Veli Babai ayaklanmasıyla ve Alevilikle ilgisi olmayan Osmanlı işbirlikçisi Sünni bir meczup gibi gösteriliyor.
Ahmet Aflaki eserinde Hacı Bektaş’tan şöyle söz ediyor;
“Faziletle süslenip bezenmiş doğru raviler(haberciler) rivayet ettiler ki, Hacı Bektaş- Veli, Baba Resul’un has halifelerinden idi. Baba Resul Rum Ülkesinde (Anadolu’da) zuhur etmişti. Bir topluluk ona (Baba Resul’a) Baba Resullalah diyordu. Hacı Bektaş’ın marifetle dolu aydın bir kalbi vardı. Fakat şeriata uymuyordu.”(37) Aktaran: Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik/ Nejat Birdoğan/
Mevlevi Ahmed Aflaki, eserinin devamında Hacı Bektaş-ı Veli ile Mevlana’nın çatışmaların ve Mevlana’nın kerametleri karşısında Hacı Bektaş’ın nasıl “aciz kalıp küçüldüğünü” anlatıyor! Ama Mevlana’yı yüceltmeye çalışırken anlattığı olaylar ilişkiler adı geçen tarihi kişiler Hacı Bektaş’ın halktan, Mevlana’nın ise egemenlerden yana saf tutuğunu da ortaya koyuyor.
Ahmed Aflaki’nin yazdığına göre, Mevlana’nın müridi Kırşehir valisi Nureddin Caca’nın oğlu Emir Nureddin bir gün Mevlana’nın Hacı Bektaş-ı Veli’nin kerametlerinden bahsetti;
“Bir gün Hacı Bektaş’ın hizmetine gittim o dış görünüşe hiç saygı göstermiyor, şeriata uymuyor ve namaz kılmıyordu ona mutlaka namaz kılması gerektiğine dair ısrarda bulundum. O, ‘git su getir de abdest alayım, taharetleneyim’ diye buyurdu. Testiyi kendi elimle doldurup önüne getirdim. Maşrapayı alıp bana verdi ‘dök!’ dedi. Onun eline su döktüğüm vakit, berak suyun kan olduğunu gördüm. Bu durum karşısında şaşakaldım.
Mevlana Hazretleri: “keşke kanı su yapsaydı. Çünkü temiz suyu kirletmek o kadar büyük hüner değildir…(ama) bu kişide o güç yoktur. Buna israfın değiştirilmesi derler ki, Kur’an da ‘şüphesiz israf edenler şeytanın kan kardeşleridir’ buyurmuştur”(38)Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/syf:94
Aynı olay Ahmed Aflaki’den yaklaşık 150 yıl sonra yazılan” Velayetname” de farklı anlatılıyor. Hacı Bektaş’ın yaşamını ve kerametlerini anlatan Velayetname II. Beyazid’in maaşlı tarihçisi uzun Firdevs tarafından yazılmıştı. Velayetname’ye göre Sulucakarahöyük’te yedi haneli bir çepni köyüne gelip İdris ile Kadıncık ananın evine yerleşen Hacı Bektaş’ı köylüler başta istemediler. İdris’in kardeşi Sarı İsmail Kadıncık Ana ile dedikodusunu çıkardı. Bununla da yetinmedi. Kırşehir’e giderek Nureddin Caca’ya şikayet etti. Şikayetinde dedikodudan bahsetmedi; “ Kardeşimin evine bir derviş geldi, garip halli bir kimse, kalkıp bir yere gitmez. Bir adam gönderin de bu dervişi oradan yollasın” dedi. Bunun üzerine Nureddin Caca bir adamını gönderdi. Hacı Bektaş gönderdiği adamı tersleyince, bu kez kendisi gitti. Hacı Bektaş’ı sorguladı. Sakalının, bıyığının, tırnağının niye uzun olduğunu sordu. Hacı Bektaş “Şahin perçemsiz, pençesiz olmaz” dedi. Nureddin Caca da Hacı Bektaş’tan namaz kılmasını istedi. Bunun için kalkıp su getirdi ve Hacı Bektaş’ın eline döktü, ama abdest suyu kana dönüştü.
Burada anlatılan olayların birebir ne kadar gerçek olduğu ayrı bir konudur. Ama tavırlarda anlatılan bir simgesellik vardır. Buradan gerçeği anlamaya çalışmak gerekir. Bilindiği üzere Hacı Bektaş’ın Moğol işbirlikçisi Selçuklular ile arası iyi değildi. Babai ayaklanmasının ardından sürdürülen Türkmen kıyımı ve kavuşturmalar Hacı Bektaş’ın başta niye hoş karşılanmadığını açıklıyor. Dahası Nureddin Caca, Hacı Bektaş’ın sık sık görüştüğü yakın dostu Ahi Evran’ı ve Ahileri direndikleri için katlederek Kırşehir’e girmişti. Hacı Bektaş’ın abdestini kanla alması olasıdır ki Anadolu’yu kan gölüne çeviren bu büyük kırımları simgeliyordu. Hacı Bektaş’ın baş eğmediği ama Nureddin Caca’nın da ayaklanma niyeti, tehlikesi görmediği için dokunmadığı anlaşılıyor…
Hacı Bektaş’ın ölümünden yarım yüzyıl sonra Baba İlyas’ın torununun oğlu Elvan Çelebi kaleme aldığı Menkıbname’de Hacı Bektaş’tan Babailerin yiğit komutanı olarak bahsediyor:
“Server-i leşkeran o şahbaz
Hacı Bektaş deyu gelir avaz
Kandek’e çık seni selamet bil
Bereket Hacı’yı ziyaret kıl”(39) Aktaran: Anadolu Bilgeleri/İsmail Kaygusuz/Syf81
Elvan Çelebi’nin anlattığına göre Hacı Bektaş, Baba İshak’ın emriyle Malya Ovasındaki son çatışmaya katılmadı. Ayaklanmanın yenilmesi durumunda geride kalanları toparlamakla görevlendirilerek Bereket Hacı’ya gönderilmişti. Horasan’dan beraber geldiği kardeşi Menteş işe ayaklanma sırasında Sivas’ta öldü.
Yine Baba İlyas soyundan gelen Aşıkpaşazade (ölümü 1481) pek saygıyla anmadığı Hacı Bektaş-ı Veli hakkında şöyle yazıyor:
“Bu Hacı Bektaş… kardeşiyle Anadolu’ya gelmeye heves ettiler… O zaman da Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmeye gelmişler. Onun dahi hikayesi çoktur.”(40)Aktaran: Anadolu Bilgeleri/ İsmail Kaygusuz/Syf:74
Sulucakarahöyük yani bugünkü Hacı Bektaş ilçesi, İbni Bibi’nin deyimiyle “Kızıl Börklü, siyah libaslı ve ayağı çarıklı” 4 bin Babai’nin kırıldığı Malya ovasına kuş uçumu 30 km mesafededir. Hacı Bektaş’ın Hristiyan nüfusun yoğun olduğu bölgede(Kapadokya) bir müddet saklanıp, daha sonra da katliam ve soruşturmalardan sağ kalan Babaileri çevresine topladığı görülüyor. Yoksa 7 haneli bir köye yerleşen bir dervişin bu kadar geniş bir ilişkiler ağı olması mümkün değil. velayetnamede geçen “ Gayp Erenleri” de Hacı Bektaş’ı ziyarete gelen Babaileri akla getiriyor. Hacı Bektaş’taki Hırkadağ’ında iki çerağ yandığı haber verilince Hacı Bektaş; “Gayp Erenleri’dir. Bizi görmeye geldiler” deyip kalkıp varır ve onlarla üç gün üç gece sohbet eder. Gordlevski’nin “ışıklar” genel adlandırmasının dervişleri yüksek tepelerde ateş yakarak haberleşmesinden türetildiği varsayımı da bu açıklamayı destekliyor.
Sonuç olarak Hacı Bektaş’ın Ebu’l Vefa’ya bağlı Dede Garkın’ın ve onun görevlendirdiği Baba İlyas’ın halifesi olduğu kesindir.
Ahmet Yesevi Bektaşi geleneğine sonradan Osmanlının etkisiyle eklendi. Velayetname’ye göre Hacı Bektaş, Ahmet Yesevi’nin halifesi Lokman Perende’nin öğrencisiydi. Ahmet Yasevi tarafından hırka, taç, seccade ve sofra verilerek Anadolu’ya uğurlanmıştı. Güvercin donunda gelmiş Sulucakarahöyük’e konmuş ve Karacaahmet ve ona bağlı 57 bin Rum erenine baş olmuştu…
Gerçekte ise 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209’da doğan Hacı Bektaş arasındaki zaman farkı anlatılanların söylenceden ibaret olduğunu gösteriyor. Yine tarihsel olarak Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra Kayı boyunun başına geçen Osman beye velayetnamede yazdığı gibi elifi tac* giydirip kılıç kuşatması imkansızdı. Hacca gitmesi, Kabe’de namaz kılması gibi tarihsel kimliğine denk düşmeyen olayların II. Beyazid’in tarihçisi tarafından Osmanlı’nın hoşuna gitmek için eklendiği kuvvetle muhtemeldir.
Hacı Bektaş’a ait olduğu net olmayan Makalat, dört kapı kırk makamı anlatan bir tasavvuf kitabıdır. Müritlerinden Molla Saadettin tarafından Arapça’dan Türkçe’ye çevirilmiştir. Makalat, Kur’an surelerinden, ayetlerinden sık sık alıntılar yapan, şeriatın gereklerinden bahsedip orucu, namazı, zekatı… öven bir eserdir. Kitapta Alevi inancına bağlanabilecek batini düşünceler de vardır. Ama koyu bir İslam cilasıyla kaplanarak ifade edilmektedir. Örneğin, iman ve akıl kıyaslanmış aklın temel olduğu ve imandan önde geldiği vurgulanmıştır.
*Elifi tac: Hacı Bektaş-ı Veli ile Anadolu’ya geldiğine inanılan elif harfini simgeleyen uzun bir çuha başlık.
Hacı Bektaş Moğol işgali ile kırımlarla, talanlarla, ağır vergilerle yıkıma uğrayan Anadolu’da halkın umut kapısı olmuştu. Kurduğu dergahı bir üretim merkezine çevirmişti. Abdal Musa, Güvenç Abdal, Karacaahmet, Hacım sultan, Taptuk Emre gibi ona bağlı dervişlerle Alevi- Bektaşi inancı Anadolu’da yeniden örgütlenmiş derlenip toparlanmıştı: “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözünün anlamı budur.
Hacı Bektaş Selçuklu ve Moğollarla tekrar çatışmayı göze alamadı. Ayrıca yaydığı felsefede birçok yana çekilebilecek yönler de vardır. Yani egemenleri direkt hedef almadı. Bu yanıyla egemenlerce kullanılabilecek bir felsefe yaydı. Olasıdır ki Babailerin aldığı ağır yenilgi sonrasında halkı toparlarken egemenlerle bir süre çatışmamayı düşündü. Ancak şu nettir ki, Mevlana gibi egemenlerin değil halkın piri olmayı seçmiştir. Babailerden hayatta kalanlar arasında onu öne çıkaran da Babai inancını geleceğe taşıyan Serçeşme olmasıdır. Yani Alevi inancının birçok temel köşesini kendisinin oturtmasıydı. Alevi halkın örgütlenmesinde, kimliğini yitirmemesinde, direk çatışmayı göze almasa da egemenlerle uzlaşmamasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin payı temeldir. Daha önce değindiğimiz Aybek baba, Barak Baba, Abdurrahman Baba gibi Babalar Selçuklu ile anlaşamayıp inancına yakın gördüğü yağmacı Moğol hanlarına kapılandılar. Oysa Hacı Bektaş-ı Veli ne Selçuklu’nun ne Moğol’un ne de Osmanlı’nın kapısına düşmedi. Anadolu’nun küçük bir köyünde halka sığındı ve örgütledi. Halk da onu evliyalaştırdı.