Hücremde Sarı Yıldızım

”Hücremde Sarı Yıldızım” Şura Başer ve Can Kaba’nın kaleme aldığı şiirlerden oluşan bu kitap, aynı zamanda kitabın yazarlarının tutuklanmasına gerekçe yapıldı.

AKP iktidarı düşünmeyen, sorgulamayan, faşizmin zulmüne ses çıkarmayan bir gençlik hayal ediyor. Bunun için türlü yollarla gençliğe saldırıyor. Fakat sarı bir yıldızın ışığı gençliğin üzerine doğmaya devam ediyor. Yolumuzu aydınlatıyor…

Dev-Genç’li Şura Başer ve Can Kaba 20 Kasım tarihinde, 23.Ağır Ceza Mah./Çağlayan Adliyesi’nde duruşmaları görülecek.

Tutsak Öğrenciler Serbest Bırakılsın!

Şura Başer’in 27 Eylül 2023 tarihinde mahkemede yaptığı savunmayı ve Dev-Genç TV’de yayınlanan Can Kaba ve Şura Başer’in ”Hücremde Sarı Yılıdızım” şiirini okudukları videouyu paylaşıyoruz.

Savunma:

14. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE

ÇAĞLAYAN/İSTANBUL

“Bugün burada olmamalıydık. Bu yargılama yapılmamalıydı. Haksız hukuksuzca yaklaşık 10 aydır Anadolu’nun çeşitli ha­pishanelerinde tutuluyoruz. Biz 12 kişi çeşitli yerlerden, çeşit­li biçimlerde gözaltına alınarak tutuklandık. Ben, arkadaşımın evinden zorla sürüklenerek, kollarım bükülerek işkenceyle gözaltına alındım. Vatan Emniyeti’nde de işkence devam etti. Gerek nezarethaneye götürülürken, gerekse parmak izi sıra­sında polisler saçlarımı çekti, üzerime oturdu ve kollarımı, bacaklarımı bükerek işkence yaptılar. Birlikte gözaltına alın­dındığım kişiler de aynı biçimde işkence gördüler.

19 Aralık günü, 12 kişi tutuklandık ve Marmara Hapishane­si’ne götürüldük. Tutuklandığımızda bunca insan aynı anda neden tutuklandığımızı anlayamadık. Bugün üzerinden nere­deyse 10 ay geçti. 10 aydır tutukluyum ve hala tutuklu bulun­mamız için hiçbir gerekçe göremiyorum.

Marmara Hapishanesi’nde tutukluyken Mart ayında zorla Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’ne sürgün edildim. Bu sür­gün esnasında birçok hak gaspı yaşadım. Yalnızca ben değil, birlikte tutuklandığım kardeşim de Antalya S Tipi Hapishane­si’ne sürgün edildi. Kardeşim 19 yaşında, bense 23 yaşında­yım. Beni bir uca, kardeşimi ise ülkenin diğer ucuna sürgün ettiler. Kardeşim Burak Başer sürgün edildiği hapishanede birçok hak gaspına uğradı, yalnızlaştırıldı, defalarca kez ha­pishane gardiyanları tarafından saldırıya uğradı.

Biz neden tutuklandık? Bu soruya 10 ay boyunca çeşitli ce­vaplar aradık. Bugün gündemde, düzenlenen infaz yasasıyla çeşitli suçlardan insanlar tahliye ediliyor. Hırsızlar, tecavüzcü­ler, uyuşturucu satıcıları, çeteciler… Bu ilk kez olmuyor. Daha önce de birçok kez çeşitli suç gruplarından insanlar ya afla ya da düzenlemelerle tahliye edildi. Sivas’ta insanları diri diri yaktılar. Bugün dava zaman aşımı gerekçesiyle adaletsizliğe terk ediliyor. Diri diri yakanlar dışarıda ama haksız hukuk­suz bir biçimde tutuklanan, ağır cezalar alan insanlar bugün hala adaletsizce hapishanedeler. Her gün hapishanelerden tabut çıkmasına rağmen hasta tutsaklar hala hapishaneler­de tutuluyor. Bu insanlar göz göre göre ölüme terk ediliyor. Adaletsizlik ülkemizin kanayan yarası oldu hep. Bu durum bu­gün katlanarak büyüyor. Durdurulamaz bir hal alıyor. Katiller, tecavüzcüler, çeteciler bugün dışarıda dört dönüyor. Hakkını arayan, yaşadığı adaletsizliğe tepki gösteren insanlarsa tutuk­lanıyorlar. En küçük bir eleştiri, en küçük bir adalet arayışı, “geçinemiyorum” demek bile ters kelepçeyle gözaltına alın­ma, tutuklanma nedeni olabiliyor ülkemizde. Öğretmenin­den öğrencisine, avukatından gazetecisine, gencinden yaşlısı­na binlerce halkımız bugün dört duvar arasında. Ailelerinden, sevdiklerinden, yaşamdan koparılarak tecrit ediliyorlar. Adaletsizliğin uğramadık kapı bırakmadığı bu dönemde biz de haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde tutuklandık.

Ben ve benimle aynı dosyada bulunan birçok arkadaşım genç insanlar. 19’lu, 20’li yaşlarda insanlarız hepimiz. Biz bugün bir yıla yakın süredir dört duvar arasındayız. Halkın birçok kesimi gibi bugün gençlik de ülkemizde yaşam şansı bulamıyor. Ülke­mizde 15-24 yaş arası yaklaşık 13 milyon genç var. 13 milyon eziliyoruz, hor görülüyoruz, geleceğimizi göremiyoruz. Çün­kü önümüzde bir gelecek yok aslında. Yaşanan adaletsizlikleri görüyoruz. Bunları görmemek mümkün mü? Kendimiz de bir sürü adaletsizlik yaşıyoruz. Yaşadığımız veya şahit olduğu­muz adaletsizliklere sessiz kalmadık, kabullenmedik, tepki gösterdik. Yaşadığımız mahallelerde, okullarda nerede olur­sak olalım haksızlığın karşısında durduk.

Örneğin Ölüm Orucu direnişi yapan Gökhan Yıldırım, Sibel Balaç, İleri Kızılaltun’u ziyaret etmekle, onlar için destek açlık grevi yapmakla, onların yaşadığı adaletsizliklere karşı başlattıkları direnişe destek olmakla suçlanıyorum. Gökhan Yıldırım, itirafçı beyanlarıyla ve iftiralarla 46 yıl ceza aldı. Sibel Balaç adaletsizliğe uğramış bir öğretmen. Bu insanlar biz ada­letsizliğe uğradık dediler, adil yargılanmak istiyoruz dediler, hasta tutsaklar hapishanelerde ölmesin dediler. Hapishanede yaşanan hak gasplarının son bulmasını istediler. Yalnız biz de­ğil milyonlarca insan onların sesini duydu, taleplerini dinle­di. Onların direnişine destek oldu.

Hapishanede yaşanan hak gasplarının son bulmasını, hasta tutsakların ölüme terk edilmemesini ve adil yargılanmayı ben de istiyorum. Talepleri milyonlarca insanın talebi olduğu gibi benim de talebim. Adil yargılanma hakkım benim de elimden alındı, bu sorunları ben de yaşadım. Kaldı ki adalet istediği için direnen insanları ziyaret etmek, video çekmek gibi bir suç olamaz.

Yine yaşanan adaletsizliklere karşı anayasal hakkımızı kul­lanarak yaptığımız basın açıklamaları, basın toplantıları da suçlamalar arasında. Basın açıklaması yapmak suç değildir. Ben yalnızca adaletsizliklere karşı eylem yapma hakkımı kullandım.

Ülkemiz bir ekonomik kriz yaşıyor. Bu yeni durum olmamakla birlikte bugün ulaştığı nokta hat safhada. Artık doğmuş be­beğin ağzındaki lokmanın garantisi yok. Küçük çocuklar bu­gün geçim derdine düşüyor. Bugün binlerce çocuk yatağa aç giriyor. Askıda ekmek için bile uzun kuyruklar oluşuyor. 51 milyon kişi açlık sınırının altında yaşıyor. 15 milyon insan yeterli gıda alamıyor. 70 bin evsiz insan var. 8 milyon kişi işsiz. İnsanlar borç batağında, icra dairelerinde dosya sayısı 21 milyonu geçti.

Ben ve benim yaşlarımdaki gençler de borç batağındalar. TÜİK’e göre 2 milyon genç, ne eğitime devam ediyor, ne de çalışıyor. Yani demek oluyor ki 4 gençten birisi ne okuyor ne de çalışıyor. Gençlik bugün önünde bir gelecek göremiyor. Barınma sorununu ele alalım. Bu yeni bir sorun değil. Uzun yıllardır öğrenci gençliğin bir sorunu olmakla birlikte, iki yıl­dır bu sorun hep gündemde. Birçok şehirde barınma sorunu yaşayan öğrenciler eylem yaptılar, bu sorunu gündeme taşı­dılar. “KYK’larda kapasite sorunu çözüldü” denilse de gerçe­ğin böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. KYK yurtlarında geçen yıldan bu yıla iki bin kapasite düşürüldü. Geçen yılki eğitim döneminde öğrenci sayısı 6 milyon dokuz yüz bindi. Peki, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı yurtların kapasitesine ka­dar? Yalnızca 800 bin. Bu orana baktığımızda öğrenci gençli­ğin yaşadığı barınma sorununu net olarak görebiliriz.

Yurtlara zamlar geliyor, oysa bu zamları karşılayacak bir zam oranı kredilerle ve burslarla sağlanmıyor. Birçok üniversite­de yurtlar yıkılıyor, öğrencilerin barınma sorununu çözmek yerine odalardaki ranza sayısı arttırılıyor. Kalıcı bir çözüm sağlanmıyor. KYK yurtlarına yerleşemeyen öğrenciler sokakta mı kalacaklar? Artan kiralarla bir evde yaşamak da olanaksız hale geliyor. Barınma sorununu hepimiz yaşıyoruz. Ben de bir öğrenciyim ve KYK yurduna yerleşemedim. Kardeşim Burak Başer, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa öğrencisi. Esenyurt KYK yurdunda kalıyordu. Yurt ücretini bir ay geciktirdiği için yurttan atıldı. Yalnızca bir ay geciktirdi. Bunu anlattığımızda herkes bize şaşırdı. Çünkü devlet yurdu bir öğrenciyi yurt üc­retini ödeyemediği için nasıl yurttan atabilir? Kimse buna ina­namadı. Oysa devlet yurtları bugün otel gibi işletiyor. Parayı ödeyebilirsen kalıyorsun. Oldu ki paran yetmedi, biraz gecik­tirdin, kapının önüne koyuyorlar seni.

Kardeşim de, binlerce öğrenci gibi 850 lira KYK kredisi ile ge­çinmeye çalışıyordu. İnsanı düşünmeyen bu sistem, yurttan attığı öğrenciyi de düşünmüyor elbette. Yurttan atılan bu gençler nerede kalacaklar? Nasıl okumaya devam edecekler?

Burak, yaşadığı adaletsizliğe boyun eğmedi ve direnmeyi seçti. Atıldığı yurt önünde barınma hakkı için oturma eyle­mine başladı. Bu direnişi yalnızca kendisi için değil, barınma sorunu yaşayan öğrenci gençlik içindi. Bu direnişi yediden yetmişe yüzlerce insan ziyaret etti. Direnişin taleplerini sahip­lendiler. Basında yer aldı, gündem oldu. Bu kadar kısa sürede bu direnişin böylesine sahiplenilmesi şunu gösterdi; barınma sorunu herkesin sorunu, yoksulluk herkesin sorunu. Biz ba­rınma hakkımızı istiyoruz!

Bugün üniversite harçları olmadığı için parasız eğitim oldu­ğu sanılıyor. Oysa örgün eğitimde harç olmaması ne yazık ki parasız eğitimi sağlamıyor. İkinci öğrenimde ve açık öğrenim­de harç parası alındığı gibi barınmadan ulaşıma, eğitim araç gereçlerine kadar her alanda para ödüyoruz. Kitap alırken bile artık iki kez düşünmek zorunda kalıyoruz. Her şeye ge­len zamlar öğrenci gençliğin yaşamını etkiliyor. Oysa KYK kre­dileren gelen zamlara rağmen bazı illerde öğrenci kiralarını bile karşılamıyor bu kredi. 2018 benim üniversiteye başladı­ğım yıl. O yıl KYK kredisi 470 TL’ydi. Ve o dönem KYK Kredisi alan bir genç ayda 209 paket makarna alabiliyordu. Bugün KYK Kredisi 1250 TL ama bugün bu parayla yalnızca 90 paket makarna alabiliyor. Alım gücünde böyle bir düşüş yaşanırken gençlik nasıl geçinebilsin bu parayla? Binlerce genç hem ça­lışıp, hem okumak zorunda kalıyor. İş arayan mezunların bü­yük bir kısmı ayda 1500 TL ile geçinmeye çalışıyor.

KYK kredisi almakla bitmiyor. Bir de geri ödeme sorunu ortaya çıkıyor. Yüzbinlerce gencin geleceği bu borçlarla çalındı. 250 bin genç icra tehdidi ile karşı karşıya. Büyük bir kısmı ana para­sını dahi ödeyemedi. Geleceğimize borçlanmak istemiyoruz. Anayasa’da “kimse eğitim öğretim hakkından yoksun bıra­kılamaz” yazsa da yalnızca parası olanlar eğitim hakkından yararlanabiliyor. Paralı eğitim sisteminde gençliğin eğiti­mini tamamlaması çok zor. Birçok genç yoksulluk nedeniyle üniversiteye gidemiyor, derslerini tamamlayamıyor. Bulun­dukları ilde üniversite tercih etmek zorunda kalıyorlar. Biz öğrenci gençlik olarak parasız eğitim hakkımızı istiyoruz. Parasız eğitim ve barınma hakkı talepleri bugün birdenbire bizim talep ettiğimiz haklar değil. Bu talepler öğrenci genç­liğin her zaman talebiydi. Ve bu talebin bugün bu sistem tarafından tamamen karşılanamayacağının bilincindeyiz. Çünkü parasız eğitim demek sadece yurdun, ulaşımın para­sız olması demek değil. Parasız eğitim demek Amerika’yla yapılan antlaşmaların iptal edilmesi demek. Özel okulların ortadan kaldırılması demek, halk için eğitim, halk için bi­lim demek. Parasız eğitim demek, bağımsız Türkiye demek. Ülkemizin tarihine bakalım. Truman Doktrini’nin, Marshall yardımlarının olduğu süreçlere bakalım. Bu süreçte Köy Ens­tütileri kapandı ve yerine hayattan kopuk, üretimden bağımsız ezberci ve niteliksiz bir eğitim getirildi. 12 Eylül’e, 80 dönemine bakalım. Amerika’nın “bizim çocuklar başardı” dediği 80 cun­tasıyla birlikte YÖK kuruldu ve bu dönem itibariyle özel okul­lar açıldı, eğitim her aşamada paralı hale getirildi. İşte bu ne­denle parasız eğitim istemek tam bağımsız Türkiye istemektir. Anlaşmalardan bahsettik. Örneğin Fullbright Anlaşması’na bakalım. 1947 yılında ABD ve Türkiye arasında Kahire’de im­zalanıyor. Bu anlaşmaya göre ülkemizdeki eğitim sistemini ilkokuldan lise son sınıfına kadar 8 kişiden oluşan bir komis­yon belirliyor ve bu komisyon 4 Türk, 4 ABD’liden oluşuyor. Eğer yapılan oylamada herhangi bir eşitlik oluşursa fahri başkan olan ABD Büyükelçisi son kararı veriyor. ABD Dışişleri Bakanı’nın komisyona katılma, müdahale etme yetkisi var. Yani ülkemizdeki eğitim sistemine dair kararları ABD alıyor. DEV-GENÇ yıllarca parasız eğitim hakkı için mücadele etti. Bugün de gençliğin bu mücadelesi devam ediyor. Dedi­ğim gibi, elbette parasız eğitimin bu sistem tarafından karşılanmayacağını biliyoruz. Bu yüzden yalnızca parasız eğitim değil, bağımsız Türkiye istiyoruz. Ve gerek halkla­rın gerekse gençliğin kazandığı tüm haklar direnişle kaza­nılmıştır, bunu biliyoruz. Bugün de öğrenci gençlik olarak haklarımızı istiyoruz. Haklarımız için mücadele ediyoruz. Esenyurt KYK yurdu önünde parasız eğitim ve barın­ma hakkı için başlayan direnişle birlikte biz Burak’ın yurda geri alınması için bildiriler dağıttık, imza topla­maya başladık. Gençliğin sorunlarını Youtube üzerin­den açılan TV sayfalarında paylaştık. Bunlar dosyada var. İmza toplamak ya da yaşadığımız adaletsizliği insanlara an­latmak suç değildir. Bunlar bizim anayasal haklarımızdır. Pa­rasız eğitim tüm gençliğin sorunu ve talebiyken bunu karşı­lamak yerine bizleri tutukladılar.

Bugün yalnızca bizler değil, dört duvar arasında olan 70 bin öğrenci var. Gençlik gelecektir diyoruz ve bugün gele­ceğimiz dört duvara hapsedilmek isteniyor. Gençlik gele­cektir diyoruz ve gençliğin geleceği ellerinden alınmak is­teniyor. Biz geleceğimizi kendi ellerimize almak istiyoruz. Bir araştırmaya göre hayatından memnun olan gençlerin oranı %17. Depresyon, anksiyete bozukluğu gibi psikolo­jik hastalıkların oranı her geçen gün artıyor. Antidepresan kullanımı 61 milyona ulaştı. Yaklaşık 2 milyon öğrenci ağır depresyon yaşıyor. Gencecik insanların intihar haberle­rini görüyoruz. Son 20 yılda 15 yaşından küçük yaklaşık 1700 çocuk intihar etti. Daha önünde yaşanacak kocaman bir ömrü olan çocuklar neden intihar eder? Önünde bir gelecek görmediği için, yaşamak için bir neden bulamadı­ğı için, mutsuz olduğu için. Yaşama nedenlerimiz her ge­çen gün elimizden alınıyor. Biz yaşama hakkımızı istiyoruz. Abdulbaki Dakak, Menzilcilere ait bir Kuran Kursu’nun yanın­daki ahırda asılı bulundu. Abdulbaki yalnızca 12 yaşındaydı. İlk değildi. Tarikatlara ait kurslarda çocuk ve gençlerin öldü­ğüne ilk kez şahit olmadık. Enes Kara hepimizin hafızasıdır. Tarikatlar geleceğimizi çalmanın bir ayağını oluşturuyor­ken bugün okullara ÇEDES protokolü kapsamınde eğitim­ciler, öğretmenler değil din görevlileri atanıyor. GSB’na bağlı gençlik merkezlerinde 25 bin dini içerikli atölye ger­çekleştirilirken sosyal içerikli atölyelerin sayısı yalnızca 5 bin. Biz öğrenci gençlik olarak bilimsel eğitim istiyoruz.

Eğitim bir sömürü ağına dönüştü. MESEM’lerde yaklaşık 1 milyon 400 bin öğrenci çocuk işçi olarak çalıştırılıyor. Öğret­men ve öğrenciler “seri üretim”e zorlanırken okullar da iha­leye giriyorlar. Eğitimin sömürüye dönüşmesini istemiyoruz. Genç yaşında okul çağında çocuklar iş kazalarında öldü­rülüyorlar. Daha birkaç ay önce 13 yaşındaki Harun Yıl­dız oto tamircide çırak olarak çalıştırılırken yük asansö­rünün altında kalarak can verdi. Tersanede çalışan 18 yaşındaki İbrahim Dam gemide çalışırken suya düştü. 17 yaşındaki Yiğit Zamanis, ilk iş gününde kafasına vinçten mal­zeme düştüğü için öldü. Çocuk işçiliği son bulsun istiyoruz. Gençlik yeter ki düşünmesin, sorgulamasın, mücadele etme­si diye yozlaştırma o kadar derinleştirildi ki, uyuşturucu kul­lanım yaşı bugün 8’e düşmüş durumda. Biz 8 yaşındaki bir çocuğun sigara içmesini garipserken artık o yaşta bir çocuk uyuşturucu kullanabilir demek oluyor bu. Kanalizasyonlarda yapılan bir araştırmaya göre İstanbul uyuşturucu kullanı­mında Avrupa’da 2.sırada. Ülkemiz uyuşturucu pazarına dö­nüştürüldü. Gençler çeteleşti. Gelinen son noktayı hepimiz görüyoruz. 15 yaşında çocuklar ellerinde kalaşnikoflarla maf­yaların, çetecilerin tetikçiliğini yapıyor. Kendi mahallesindeki, kendi okulundaki arkadaşlarını zehirliyor. Fuhuş yasallaştı­rıldı. Kumarın binbir çeşidi piyasaya sürüldü. Halk çocukla­rının çeteleşmesini, uyuşturucu bataklığında yok olup git­mesini istemiyoruz. Yozlaştırmanın son bulmasını istiyoruz. Basın açıklamalarından, basın toplantılarından, internet konseri yapmaktan, pikniğe gitmekten, belediyenin düzen­lediği Tunceliler Günü’ne katılmaktan, video çekmekten, Umudun Ritmi ismini verdiğimiz beden perküsyonu ile şarkı söylemekten yargılanıyorum. Arkadaşlarımızın mahkeme­sine gitmekten yargılanıyorum. Mahkemesine katıldığımız Mahir Doğan tahliye edilirken biz onun mahkemesine katıldı­ğımız için suçlanıyoruz.

Sokakta yürüdüğüm görüntüler suç olarak eklenmiş. Direniş­ler Meclisi direnişçilerin bir araya geldiği yasal bir kurumdur. Bu kurumun önüne gitmekle suçlanıyorum. Böyle suçlama­lar olabilir mi? Bunların hiçbirisinin suç olmadığını biliyoruz. Biz suç işlemedik. Anayasal haklarımızı kullandık. Basın açık­laması yapmak da, oturma eylemi yapmak da anayasal hak­kımızdır. Biliyoruz ki biz bugün direndiğimiz için, gençliğe geleceğe dair umut verdiğimiz için, hakkımızı aradığımız için tutukluyuz. Ama biz yalnızca başımızı sokacak bir yer is­temedik. Parasız eğitim ve barınma hakkımızı tüm öğrenciler adına istedik. İsteklerimiz ve taleplerimiz bu ülkede yaşayan her gencin isteği ve talepleridir. Ben adalet istedim, gençli­ğin iyi bir geleceğe sahip olmasını istedim, her şeyden öte kendim bizzat iyi bir geleceğe sahip olmak istedim. Böylesi adaletsizliklerin olduğu bir ülkede adaletsizliklere karşı olmak bir tercihten öte zorunluluktur. Biz zorunlu olanı yaptık. Ana­yasal hakkımız için direnmenin bedeli ise tutuklanmak oldu. Bugün yüzlerce insan tutuklanıyor, adaletsizlikler biz burada savunma yaparken de büyümeye devam ediyor ama bu ada­letsizlikler böyle gitmez. Nereye kadar böyle gidecek? Buna son verilmeli.

Sizler de bunu biliyorsunuz, bu hukuksuzluğa son vermenizi, yaşadığımız hak gasplarının ve adaletsizliklerin son bulmasını istiyorum.

Tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum.”

Şura BAŞER

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar