Sesleri Soluğuydu, Doruğuydu Kavganın: Buca-Ümraniye-Ulucanlar

Halkın Sesi Radyo’da 27 Eylül Çarşamba günü yayınlanan, Buca, Ümraniye ve Ulucanlar Hapishane katliamlarının ve direnişlerin anlatıldığı bölümün kaydını paylaşıyoruz.


“(…) Daha sonra kan kaybı ve gazların etkisiyle kendimizden geçmiş bir halde cop ve dipçik darbeleri altında sürüklenerek hapishane hamamına götürüldük. Mengele artığı doktorların gözetiminde erkekler çırılçıplak soyularak hamamda bayanlar tek tek seçilip ziyaret yerinde işkenceye alındık…” (Devletin Cezaevlerinde Öldürme Özgürlüğü-2/ Boran Yayıncılık/ sayfa:47)

“(…) İsmet Kavaklıoğlu gözlerimizin önünde hamamda saatlerce işkence yapıldıktan sonra odunluğa sürüklendi ve slogan attığı için odunla kafası parçalandı. Odunluktaki hızar makinasıyla boğazı kesilerek katledildi. Öyle bir vahşet uygulandı ki iki gün boyunca tanınmaz hale getirilen cesedinden kimliği tespit edilemedi.” (Age. syf:49)

“(…) Katletmek için gelmişlerdi. ‘20-30 kişiyi gözden çıkardık, çekinmeyin’ diye emirler aldıklarını telsiz konuşmalarından kulaklarımızla duyduk. Katledileceklerin isimlerini önceden tespit edip hazırladıkları listeleri gözlerimizle gördük. Listede isimleri olanlarımız tek tek işkenceli sorgulara alındı. Ayaklarımıza kafalarımıza kurşun sıkıldı, boğazımız kesildi, elektrik verilerek, gözlerimiz çıkartılarak hayalarımız burularak işkenceler yapıldı. Tam sekiz saat boyunca…. Öğlen 11:00’dan akşam 19:00’a kadar. Ve bu işkenceler sonrasında bazı arkadaşlarımız hamamda öldürüldü. Hastaneye götürülmeyip orada bekletilenler, yaralarına müdahale edilse kurtarılabilecek durumda olanlar kan kaybından öldürüldü. Otopsi raporlarında vücutlarında kan tespit edilmeyen cesetler işte bunun kanıtıdır…” (Age. Syf: 47)

Yukarıdaki anlatımlar Ulucanlar katliamını yaşayan ve yaralı olarak kurtulan devrimci tutukluların mahkemedeki “Ulucanlar Savunması”ndan alınmıştır. Bir sonbahar sabahı, sonbaharda ömrünü doldurmuş sarı yapraklar hafif bir rüzgardan bile kopup düşüverirler. Ama 26 Eylül’de yaşına doymamış gencecik taze fidanlar, devletin MİT’i, JİTEM’i, özel timi, askeri, sivil polisleri ve hapishane idaresince kurşunlanarak dallarından koparıldılar.

Daha önce de devletin hapishanelerdeki katliamlarına tanık olundu. Buca, Ümraniye, Diyarbakır hapishanelerinde onlarca devrimci tutuklu kalaslar, çivili sopalarla kafaları, gözleri, tüm vücutları parçalanarak katledildiler. Ulucanlarda ise ilk defa ateşli silahlar kullanıldı. “…Mazgallardan, yakın mesafeden kafamıza, göğsümüze nişan alınarak öldürmek amacıyla yüzlerce kurşun sıkıldı…”(Age. syf: 47)

Ne ilk ne de son olan bu katliamlar; devletin hücre politikasını rahat uygulayabilmek için devrimci tutuklulara gözdağı vermesidir. Ama devrimci tutuklular devletin bu tür saldırılarının 1996’daki Ölüm Orucu direnişinde ya da Ümraniye, Buca ve Ulucanlar hapishanesinde olduğu gibi bedenlerini barikat yaparak püskürtmüşlerdir. Çünkü onların bedenlerinden başka silahları yoktur hapishanelerde. Onların en güçlü silahı, yaşatmak için ölümü göze alan bir bilince sahip olmalarıdır. İnançları, kararlılıkları ve cesaretleridir. Bunları korumak için ölmeyi göze aldıkça hep özgür kalacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yayınlar