Y, S, R ve Yüksek Güvenlikli Kuyu Tipi Hapishanelere Karşı Ölüm Orucu Direnişinin 239. (14.06.2024) Gününde Olan Nurettin Kaya’nın Mektubunu Paylaşıyoruz…
“Direnişimiz kişiselleştirilemeyecek kadar politik, bireyselleştirilemeyecek kadar örgütlüdür.”
Merhaba,
Direnişimizin olanca coşkusuyla sıkıca kucaklıyorum. Nasılsın? Umuyor ve de diliyorum ki çok çok iyisindir. Biz gayet iyiyiz.
Sana uzun süredir yazamadığımın farkındayım. Erzurum’dan buraya getirildikten sonra epey bir mektup yoğunluğu oluştu. Malum arkadaşlar genel anlamda durumumu merak ettikleri için onları merakta koymamak adına herkese ayrıntılı mektuplar yazdım. Tabi bu arada seni de ihmal etmiş oldum. Bu durumu telafi etmek için eskiden olduğu gibi her hafta sana düzenli yazmaya devam edeceğim haberin olsun!
Sağlık durumum genel anlamda iyi olsa da günler ilerledikçe öngördüğümüz sonuçlar, belirtiler ortaya çıkmaya başladı. Ağız yaraları bunlardan en bilinenleri olanları ki bu yaralar bende sık ve yaygın olarak çıkıyor. Bunun bir nedeni de günlük tükettiğim şekerin kalitesi(!) Burada ulaşabildiğim tek şeker çeşidi kantin bayram şekeri. Kantinde bunun dışında şeker satılmıyor. Bakanlığın kararına rağmen dış kantin aracılığıyla paramla da olsa ihtiyaç duyduğum şekerler temin edilmiyor! Bu konuda yeni bir girişimde daha bulunacağım bakalım sonuç değişecek mi?
Hâlihazırda kullanmış olduğum şekerler kimyasal olduğu kadar da bayat! Bu şekerler özellikle dilde ve ağız içinde ciddi derecede tahrişe yol açıyor. O yüzden şimdilik bu şekerleri tüketmemeye çalışıyorum. Ağız yaralarını kontrol altına alana kadar bu süreci böyle devam ettirmeyi düşünüyorum. Bir de bu duruma bağlı dişlerde çürüme baş göstermeye başladı! Bir dişim tamamen çürümüş durumda. Sıcak, soğuk, tuzlu, tatlı sıvı alımında dişteki bu çürüme maalesef ızdırap verici bir duruma dönüşüyor. Bununla ilgili diş doktoruna çıktım ve gerekli olan tedavinin yapılmasını istedim, tabi doğal olan yollardan! Dişimin tamamen çürümüş olmasından dolayı doktor anestezi yapılmadan, film çektirip çürümenin ulaştığı son noktayı görmeden bir şey yapamayacağını söyledi. Direnişte olduğumdan dolayı uyuşturmadan tedavi etmesini acıya ve diğer çıkabilecek her soruna dayanabileceğimi söylememe rağmen doktor kabul etmedi. Diş tedavi edilmezse ilerde çok daha ciddi sorunlar yaşanabilirmiş. Doktor özellikle sinirler açığa çıktığında ağrı ve sızının katlanılamaz boyutlara ulaşabileceğini söyledi! Çözüm? Tedavi! Tedavinin yapılabilmesi de direnişi bitirip bitirmeme bağlı! Bir dişe bir direniş feda edilir mi? Edilmez bilirim o yüzden otuz iki dişimi de feda etmeye hazırım.
Ölümle burun buruna gelmişken ve bu noktada son sözüm “can feda” olmuşken, dişin, ağrının, sızının ne önemi var ki?
Son dönemde, özellikle bacak ve ayaklarımda ciddi derecede ödemler oluşmaya başladı. Öyle ki, günün sonunda bacak ve ayaklarım balon gibi şişmiş oluyor. Ödemin neyden kaynaklandığını olduğunu anlayamadığımız için bir önlem de alamıyoruz. Şimdilik iyi gelebileceğini düşündüğümüz şeyleri tatbik etmeye çalışıyorum. Şişmeye bağlı olarak bacak ve ayaklarda yanma, sızı, sancı oluşuyor. Bu durum ise daha çok gece yatarken ortaya çıkıyor. Doğal olarak uyku düzeni de bozuluyor.
Bazen, öyle oluyor ki, yanmadan kaynaklı sürekli uyanıyor ve ayaklarımı demir, duvar gibi soğukluk vereceğini düşündüğüm cisimlere yaslama ihtiyacı duyuyorum. Oysa ayaklarım duvar ve demirden daha soğuk; buz gibi! Ayaklar buz gibi soğukken aynı oranda şiddetli bir yanma ve sıcaklık duymak ne garip bir durum değil mi? Şu durumda benim için önemli olan ödemin yaratmış olduğu ayrı sızı yanma vb. değil yürümede yaratmış olduğu zorluklar. Ödem yürümemi güçleştiriyor, hareketlerimi kısıtlıyor ve de ağırlaşmasına yol açıyor. Bazen alışkanlıklar ve reflekslerden kaynaklı aklıma bir şey geldiğinde oturduğum yerden aniden sıçrayıp kalkmaya çalışıyorum ki böylesi durumlarda yere kapaklanıp düşmeme ramak kalıyor!
Koşamadığımı fark etmem de yine böylesi bir durumda olmuştu! Başka zaman olsa bu tür şeyler dert edinilecek şeyler fakat direnişin olası sonuçları olduğu için dert edilecek şeyler değil… Ellerde ödem ve yanma çok daha öncesinden başlamıştı. Ya bu duruma alıştım ya da sürekli yazdığım için ellerdeki yanmayı çok fazla hissedemiyorum.
İnsan kendini dinlemeye başladığında bu tür şeyleri çok daha fazla hisseder hale geliyor. O yüzden, “işleyen demir paslanmaz” anlayışıyla yapmam gereken şeyleri yapmaya devam ediyorum!
Bu süreçte yaşamış olduğum en büyük zorluk gribe yakalandığım zaman yaşadıklarım oldu! Bu musibet hastalık beni açlıktan daha fazla yıprattı ve yordu! Neyse ki atlattım ve rahat bir nefes aldım. Bağışıklık sistemi çökünce bu türden basit ayakta atlatılabilecek hastalıklar bile katlanılmaz boyutlara ulaşabiliyor! Öyle ki ateşim yükseldiğinde gerçekle hayal alanı ayırt edemez oldum! Bu yüzden dışarıdan gelebilecek hastalıklar ve mikroplar için arkadaşlar günlük yaşamda maske takmanın daha iyi olacağını düşünüyorlar. İdareden isteyeceğiz. Vermezlerse parasıyla alınıp temin edilmesini isteyeceğim. Buna da “hayır, olmaz” demezler sanırım. Sağlık konusunda geldiğim son noktayı böyle özetlemiş olayım.
Hafıza ve bellek noktasında şimdilik bir sorun yok gibi duruyor. Unutkanlık vs. olmuyor ama kimi zaman yeni şeyleri kaydetmede zorluk da yaşamıyor değilim. Bu durumu da şimdilik tekrarlayarak çözmeye çalışıyorum. Gözlerde görme kaybı çok fazla yaşanmadı. Normalde de gözlük kullandığım için çok fark ettiğimi söyleyemem. Kilo kaybı ise eskiye oranla yavaşlamış durumda zira vücuttaki yağ oranı azalınca kilo kaybı da yavaşlıyor! Şimdilerde kas erimesi baş göstermeye başladı. Kollarda ve boyundaki kasların erimeye başladığını belirgin bir şekilde hissedebiliyorum. Bu erime yavaş yavaş bacaklara doğru inmeye de başlayacaktır! Mide konusuna gelecek olursam: Benim midem öncesinden de sorunlu olduğu için mevcut durumda değişen bir şey olmadı. Asitli ya da gaz yapan içecekleri bu yüzden çok fazla tüketemiyorum. Limonu sadece tuz alırken çok az miktarda alabiliyorum. Ölçüyü kaçırdığımda hemen midem ağzıma geliyor. O yüzden tercihim daha çok saf su tüketme yönünde oluyor. Kantinde bitki çayı çeşidi de sınırlı!
Sen sormadan ben hemen yazayım B1 vitaminine hala ulaşabilmiş değilim. B1 vitamini buradaki ecza depolarında bulunamıyor, o yüzden doğrudan üretici firmaya sipariş verilerek temin edilmesini istedim.
Bayram öncesi gelip ilaç için sipariş verildiğini, tutarının iki bin lira olduğunu, kabul edip etmeyeceğimi sordular, tabi şu durumda fiyatını düşünecek değildim, kabul ettim. O günden beri hala ilacın gelmesini bekliyorum. Önceki süreci de dahil edersek 300 gündür sadece Benexol ve türevi vitaminleri kullanabildim!
Geçtiğimiz günlerde valiliğe bağlı “Hapishaneleri İzleme Kurulu’ndan bir heyet ziyaretime geldi. Gelme nedenlerini diğer hapishanelerde kalan arkadaşlarımızın yazmış olduğu dilekçelerle açıkladılar! Sorunları çözme noktasında bir yetki ve etkilerinin olmadığını bilsem de -ki kendileri de aynı şeyi ifade ediyor- bütün süreci en başından özetleyerek anlatmaya, kavratmaya çalıştım. Onlara göre, sevkimin yapılmasıyla sorun çözülmüş! Bu yanıyla hala direnişe devam etmeme ise bir anlam veremediklerini söylediler! Sorunun tek başıma benim sevkimin yapılmış olmasıyla çözülmüş olmayacağını, asıl sorunun tecrit ve hala geldiğim yerde ve başka hapishanelerde birçok arkadaşımın ağır tecrit koşullarında tutulmaya devam edildiğini ve asıl sorunun ağır tecrit koşullarına tamamen son verildiğinde çözülmüş olacağını anlatmaya çalıştım. Heyette yer alan biri “Onlar kendileri için bir şey yapmıyorken sen neden onlar için direniyorsun, buna ben anlam verebilmiş değilim” tarzında bir şeyler söyledi. Arkadaşlarımın kendileri için bir şey yapmadığını ya da direnmediği sonucuna nasıl vardığını sorduğumda ise “Bildiğim kadarıyla senin dışında ölüm orucu yapan kimse yok” dedi. Ben de “Ne yani istediğiniz şey hepimizin birden ölüm orucuna girip ölmemiz mi? Basit karşılanabilir talepler için hepimizin birden ölmesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz? Ha bu noktada illaki birimizin ölmesini ve sorunun bu şekilde çözüleceğini düşünüyorsanız ben tüm arkadaşlarım adına ölmeye hazırım” dediğimde ise “Ben öyle söylemek istemedim” diyerek kendisini düzeltmeye çalıştı. Yine kendisini üniversite hocası olarak tanıtan biri “Ben senin yerinde olsam bu gibi konularda bencilce hareket eder, sadece kendimi düşünürdüm. Başkaları adına özveride bulunmak, fedakârlık yapmak modası geçmiş şeyler. Devir bireysel düşünme ve yaşama devri… Sizin anladığınız ve anlamlandırdığınız şekilde bir dünya yok artık. O yüzden, sen de sadece kendini düşünmelisin derim” diyerek kendince akıl vermeye kalkıştı!
Kendini hoca olarak tanıtan birinin bu denli cehaletine şaşırmalı mı? Aslına bakarsan çok şaşırdığımı söyleyemem. Zira başka türlü düşünmüş olsaydı şu an bulunduğu konuma gelemezdi! Böyle düşünen, söyleyen birini yanıtsız bırakmak olmazdı, ben de gereken yanıtı verdim kendisine… Bize gerçek dünya diye anlattıkları şeyin aslında kendilerinin yalan, sahte dünyaları olduğunu; inandıkları dünya ile halkımızın hiçbir bağının bulunmadığını; tüm kültürel, ahlaki yozlaştırma çabalarına rağmen halkımızın büyük bir kısmının hala vefa, özveri, sevgi, fedakârlık, dostluk gibi erdemlere sahip olduğunu, onlara rağmen bu erdemli yanlarını korumaya çalıştıklarını anlattım. Biz yola birlikte çıktığımız insanları yarı yolda bırakmayı, terk etmemeyi halkımızdan öğrendik. Hiçbir zaman kendileri gibi “yolda kalanın canı çıksın” anlayışı içinde olmadığımızı ve asla olmayacağımızı özellikle vurgulayarak söyledim. Biz yarı yolda kalanı sırtlayıp taşıyan bir halkın evlatlarıyız, öyle değil mi?
Bencilik, bireycilik düşüncesi bu kişilerde o kadar içselleşmiş ki herkese bu düşüncelerini dayatmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. Onca verilen söze, söylenen onca şeye rağmen sadece benim sevkimin yapılması da bu düşüncenin bir neticesi değil mi? Aslında böyle yaparak bütün bir direnişi kişisel, bireysel bir şeymiş gibi göstermeye ve de öyleymiş gibi davranmaya kalktılar. Bakanlığa ve diğer tüm kurumlara her fırsatta bunun böyle olmadığını yazıp söyledim, söylemeye de devam ediyorum. Direnişimiz kişiselleştirilemeyecek kadar politik, bireyselleştirilemeyecek kadar örgütlüdür. Bugüne kadar mesele ne tek başına sevk meselesiydi ne de başka bir şey. Mesele en başından beri bize dayatılan, dayatılmak istenen ağırlaştırılmış tecrit koşullarıydı. Yüksek Güvenlikli Hapishaneler adı altında ağırlaştırılmış, katmerleştirilmiş tecrit politikasını sessiz ve sinsice hayata geçirmeye ve bu politikayı bizim üzerimizden meşru hale getirmeye kalkıştılar. Mesela en başından beri, her türlü araç ve yöntemi kullanarak ağırlaştırılmış tecrit koşullarını bizim üzerimizden meşrulaştırıp kalıcılaştırmaya çalışmak istemeleriydi. En başından beri karşı çıktığımız nokta buydu. Amaçları F Tiplerinde teslim alamadıkları devrimci tutsakları bu sefer yeni tipteki hapishanelerde teslim almak. Olaya bu çerçeveden bakıldığında neden direnişte olduğumuz ve neden ölümü göze alarak direndiğimiz daha da iyi anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Satırlarıma faksla başladım sonradan mektuba çevirmek zorunda kaldım. Meğerse anlatacak ne çok şey birikmiş. Bu seferlik böyle oldu artık, haftaya daha kısa gelmeye çalışırım. Tabi bir haftada yeni anlatacak şeyler fakslanamazsa.
Mektubuma burada son verirken yeniden direnişimizin olanca coşkusuyla sıkıca kucaklıyorum.
Kendine çok iyi bak. Herkese kucak dolusu selam ve sevgilerimi iletiyorum.
Önümüz 1 Mayıs ve şimdiden emek ve mücadele gününüzü kutluyor Dalcı’nın açtığı yolda yürüyenleri, kızıl sancakları hayal edebiliyorum.
Sevgilerimle Nurettin