“Aksa Tufanı Harekâtı” Filistin Direniş Güçlerinin Haklı, Meşru, Doğru Bir Eylemidir (Bölüm-1)

EMPERYALİZM VE SİYONİZM, FİLİSTİN VE DÜNYA HALKLARININ DÜŞMANIDIR!

EMPERYALİZME VE SİYONİZME KARŞI HALK KURTULUŞ SAVAŞLARI HAKLI, MEŞRU VE TEK YOLDUR!

EMPERYALİZM VE SİYONİZM YENİLECEK, FİLİSTİN KAZANACAK!

NEHİRDEN DENİZE FİLİSTİN ÖZGÜR OLACAK!

“Aksa Tufanı Harekâtı” Filistin Direniş Güçlerinin Haklı, Meşru, Doğru Bir Eylemidir

(1.Bölüm)

Filistinli direniş güçleri 7 Ekim’de İsrail’e karşı, “Aksa Tufanı Harekâtı”nı başlattı. ‘Tufan’ isminin içeriğinin dolduran bir harekât örgütlemişti, Filistin direniş güçleri, Harekâtta, “en az 1200 İsrailli öldü, 240 kişi rehin alındı” bilgisi verildi.

Bu harekâtın ardından İsrail Gazze’yi işgale ve soykırıma yöneldi. Mevcut rakamlara göre 34 bine yakın Filistinliyi katletti. Katledilenlerin içinde 14 bin’den fazla çocuk, 11 binden fazla kadın vardı. Son rakamlara göre 77 bin’e yakın yaralı vardı. 2 Milyon Filistinli bu saldırılarda evlerini terk etmek zorunda kaldı. Gazze’de neredeyse yıkılmadık bina kalmadı, Gazze büyük bir depremden çıkmış gibi yıkıntıya dönüştü. İsrail’in katliamları sürüyor. Ve Gazze’de, dünyanın dört bir yanında Filistin halkı direnmeye, savaşmaya devam ediyor.

Emperyalist ABD, İngiltere, Almanya gibi güçlerin desteği ile İsrail, bu katliamla bir yandan Filistin direnişini etkisizleştirmeyi hedeflerken, aynı zamanda Aksa Tufanı Harekâtı’nda yaşadığı şoku atlatmaya, harekâtın etkisini silmeye çalışıyor.

Sırtını emperyalizme dayamış İsrail yenilmez sanıyordu. Harekât gösterdi ki, İsrail yenilecektir, yeniktir.

ABD emperyalizminin 2011-2021 arası 1,6 milyar dolar katkısıyla inşa edilen ‘’Demir Kubbe’’ aşılmaz sanılıyordu. Harekât aşıldığını gösterdi.

Filistin’in tek vücut olup, böyle cüretli böyle etkili bir askeri harekâtı örgütlemeyeceği sanılıyordu. Oysa direniş güçleri tek bir sızıntı olmadan, karadan, havadan ve denizden vuran böyle bir harekâtı örgütlemişti.

Harekâtın etkisini ortadan kaldırmak için emperyalizm ve siyonizm, yalan, çarpıtma dolu bir karşı propagandaya başladı. Bu karşı propagandaya destek açık ve gizli işbirlikçiler de Aksa Tufanı Harekâtı’nı çeşitli bahanelerle mahkûm eden değerlendirmeler yaptılar.

Filistin direnişini desteklemeyen, karşı propaganda yapan değerlendirmenin bahanesi ne olursa olsun, yanlıştır ve emperyalist ve siyonist işgal ve sömürgecilik politikalarına, soykırım ve katliamlara hizmet etmektedir.

Filistin sorununa tarihsel, siyasal, ideolojik, askeri tüm boyutlarıyla bakmayanların doğru değerlendirmeler yapması ve doğru sonuçlara ulaşması mümkün değildir. Salt askeri kayıp ve başarılar, salt Hamas’ın ideolojik temeliyle bakmak, Filistin sorunu ve direnişin sadece bir parçasını görmek, diğer boyutlarına gözlerini kapatmak demektir.

Filistin sorunu ve Filistin halkının mücadelesi tarihsel ve siyasal olarak;

  • Emperyalizme ve siyonizme karşı mücadeledir.
  • Emperyalizmin Orta Doğu’da, Afrika’da egemenlik ve sömürgecilik politikalarına karşı mücadeledir.
  • Emperyalizmin, Orta Doğu’daki ileri karakoluna karşı olmaktır.
  • Halkların kendi kaderini tayin hakkını savunmaktır.
  • Emperyalizme ve işgale karşı bağımsızlıktan yana, faşizme ve siyonizme karşı demokrasiden yana olmaktır.
  • Haklar ve özgürlüklerden, adaletten yana olmaktır. İsrail’in işgalini ve katliamlarını meşrulaştıran her tavır ise tersine emperyalizme, siyonizme hizmet eder.

Filistin halkının mücadelesi, ideolojik olarak da dünya halklarının gücüdür. Emperyalizmin dünyada kurduğu ve halklara dayattığı egemenliğin karşısında yer almak, emperyalizmin egemenliğinin karşısına, halkların kendi yönetimini, halkın iktidarını çıkarmaktır. Bugün için Filistin direnişinde Hamas’ın öne çıkması, Filistin mücadelesinin antiemperyalist özünü değiştirmiyor.

Filistin mücadelesi, tarihten günümüze dünya halkları için moral değer, ilham kaynağı olmuştur.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden olduğu gibi Türkiye’den de devrimciler Filistin’e gitmiş, Filistin kamplarında eğitim görmüş, Filistin halklarıyla omuz omuza İsrail’e karşı savaşmış, Devrimci Sol savaşçısı Ali Saban örneğinde olduğu gibi Filistin direniş şehitleri içinde yer almıştır.

Aksa Tufanı Harekâtı Filistin direnişinin tüm bu misyonlarını güçlü bir şekilde taşıyan bir harekât olmuştur.

FHKC yöneticilerinden Marwan Abdel Al, Aksa Tufanı Operasyonu’nu şöyle değerlendiriyor; “genel olarak siyonist liderlik, yaşadığı psikolojik şoku henüz atlatamadı ve ilk aldığı karar bu başarısızlığın nedenini bulmak için bir soruşturma komisyonu kurmak oldu. İsrail’in modern casusluk araçlarına ve en güçlü istihbarat aygıtlarına sahip olduğunu iddia ettiği biliyoruz; ancak bu aygıtların, direniş gerçeği altında çöktüğünü ve direniş savaşçılarının ayakları altında çiğnendiğini gördük.”

Aksa Tufanı Operasyonu’nu etkisi, İsrail gösterilerine ise şu cümlelerle yansıdı; “1973’deki Yom Kippur Savaşı’ndan sonra yaygınlaşan, İsrail’in savunma doktrinin yenilmez olduğu şeklindeki hatalı kavrayış çöktü.”

Filistin Demek; İşgal, Sürgün, Soykırım ve Direniş Demektir

Filistin Demek; 7’den 70’e Savaşan Bir Ulus Demektir

Filistin toprakları, doğusunda Suriye ve Ürdün’le (önce Ürdün toprakları), kuzeyinde Lübnan’la, batısında Akdeniz’le, Mısır’la, güneyinde Kızıldeniz’le çevrili toprak parçası ile çevrili bölgedir. Bugün bu toprakların Gazze ve Batı Şeria’daki küçük bir bölümü dışında tümüyle İsrail’in işgali altındadır. Yani Filistin işgal altındaki topraklardır. Ve Filistin sorununun temelini bu işgal ve topraksızlaştırma, yurtsuzlaştırma oluşturur.

2000 yılı tahminlerine göre, Filistin’in nüfusu 9 milyon 500 bindir. Bu nüfusun 6 milyonu ‘yeşil hat’ içindeki bölgede, 1 milyonu Gazze’de, 1 milyon 500 bini Batı Şeria bölgesinde yaşamaktadır.

Filistin toprakları 1516’dan 1917’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti altında bulunuyordu. 1920’de İngiltere’nin manda yönetimine girer. Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmesi de İngiliz yönetimi altındaki bu dönemde başlar.

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası, Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması emperyalist bir politika olarak şekillenir. 29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin topraklarının %56’sı Yahudilere verilir, %44’ü Filistinlilere bırakılır. Bu kararda Kudüs’e uluslararası statü verilir. İlk paylaşımda Filistin bölgesinde yer alan Batı Kudüs, 1948 yılında İsrail yönetimine geçer. (Kudüs’ün tamamı 1967’de “Altı Gün Savaşı” diye bilinen savaşta İsrail tarafından işgal edilir).

1948 yılı, ilk Arap-İsrail Savaşı’nın yaşandığı yıldır. Bir yıl süren savaş sonunda, 700 binin üzerinde Filistinli köylerinden, şehirlerinden, evlerinden zorla çıkarıldı. İsrailliler işgal ettiği toprakları içine alan İsrail Devleti’ni kurdu. Filistinliler bu olayları Arapça Nakba yani “felaket” diye isimlendirdiler.

Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, İsrail işgali altındaki topraklarından ve evlerinden zorla çıkarılan Filistinlilerin evlerine dönüş hakkı kabul edilse de, bu hakkın kullanılmasının olanakları İsrail tarafından hiç tanınmadı. Tersine Filistinlilerin topraklarına ve evlerine zorla el koyma politikası emperyalizm desteğinde devam etti.

Filistinliler on yıllar içinde defalarca toplu olarak yerlerinden edildi. 1967’de İsrail’in Doğu Kudüs de dahil Batı Şeria’yı ve Gazze şeridini işgal etmesi sonrasında yaklaşık 300.000 Filistinli yerlerinden edildi. 1967’de bu işgal süreci tarihe 6 gün savaşı ismiyle yazıldı. İsrail, Filistin topraklarını işgal suçunu işlemeye devam etti.

1948’den bu yana 100.000’den fazla Filistinlinin ölümünden,

90 yılda Filistin topraklarının 4’te 3’ünün işgal edilmesinden,

Filistin’deki 774 kasaba ve köye el konulmasından,

9 milyon Filistinlinin anavatanlarından koparılmasından,

Binlerce Filistinlinin tutsak edilmesinden, sayısız

Filistinliye yapılan işkencelerden, katledilen on binlerce çocuktan sorumludur.

Bu suçlarına İsrail son 6 ay içinde işlediği suçları eklemiştir. Bu suçlar;

34 bine yakın Filistinlinin katledilmesi. Bunların içinde 15 bine yakın çocuk, 10 binden fazla kadın vardır.

2 milyon Filistinli evlerini terk etmek zorunda bırakılmıştır.

İsrail zulmü, sadece Filistin halklarının topraklarını işgal etmek ve katliamla da sınırlı değildir. İsrail işgal yanında, kuşatma, ambargo politikasıyla ekonomik çöküntüye de neden olmaktadır. İsrail Filistin’deki açlıktan, susuzluktan, her türlü temel haklarından yoksun bırakılmalarından sorumludur. Son BM araştırmalarına göre Filistin’de %39 işsizlik, %67 yoksulluk yaşanıyor. Son 6 aylık işgal ve soykırım sürecinde açlık, susuzluk tüm Filistinlileri kapsıyor.

İşte bu tarihin anlattığı şudur; Filistin halkının İsrail işgali ALTINDA YAŞAMA ŞANSI YOKTUR. Filistin halkının savaşmaktan başka yolu yoktur.

İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığı işgalcidir, gayrimeşrudur. “Nehirden Denize” bu topraklar Filistin topraklarıdır. Filistin halkının kendi toprakları üzerinde, kendi devletini kurmak için mücadelesi, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkını kullanmasıdır. Haklıdır, meşrudur.

Reformizm ve Sözde “Barış Anlaşmaları”, Filistin Halk Kurtuluş Mücadelesi’nde Yıkıcı Bir Rol Oynadı

“Oslo Anlaşması’nın 1993 yılında imzalanmasının ardından Filistin hareketinde tarihsel ve yıkıcı bir kırılma gerçekleşti. Bu, mücadelemizin gerçek anlamını ve çelişkinin özünü çarpıttı. O feci belgenin 13 Eylül 1993’de Washington’da imzalanmasından beri, bütün bir Filistin kuşağı doğup büyüdü. O zamandan beri Filistin hareketi kırıldı, parçalandı ve kaotik bir hal aldı.” (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Ahmad Saadat).

Reformizm sol içindeki, mücadele içindeki kanserli hücrelerdir. Temizlenmezse, yenilgiye uğratılmazsa mücadeleyi çürütür, yıkıma ve ölüme neden olur.

Filistin davasında da reformizm, uzlaşmacılık, teslimiyet, tasfiyecilik bu işlevi gördü.

Reformist, uzlaşmacı El Fetih önderliğindeki FKÖ yönetimi, Filistin sorununun çözümünü Filistin halkının militan mücadelesinden çok, emperyalist güçlerin icazetinde İsrail’le sözde “barış anlaşmalarında” aradı. Ahmad Saadat’ın ifadesiyle “zaman zaman ‘barış süreci’de denen tasfiye süreci”nde, yani.

Oslo Barış Süreci ve Camp David, Filistin davasına ihanet anlamına gelen iki teslimiyet anlaşması sürecidir.

Oslo Anlaşması, FKÖ ile İsrail arasında, Norveç’in aracılık ettiği sözde müzakerelerin ardından imzalandı.

Oslo Anlaşması’nın Filistin davası açısından belirleyici yanı İsrail’in devlet olarak tanınmasıydı. Emperyalizm, bunun adına “iki devletli çözüm” dedi. Gerçekte bu yolla Filistin topraklarının İsrail tarafından işgali meşrulaştırılmış oldu. FKÖ, “İsrail’in meşruluğunu(!)” tanıyan anlaşmayı imzalamıştı, bunun karşılığında ise elde ettiği hiçbir şey yoktu. Oslo süreci sonunda Filistin’in önünde çok daha büyümüş sorunlar duruyordu. Ve bu sorunların en önemlisi de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreteri Ahmad Saadat’ında belirttiği gibi “kırılma, parçalanma, kaotik hal”dir. Bu anlaşmalarla Filistin davası ABD ve İsrail’in icazetine teslim edilmiş oldu. Bu anlaşma ile FKÖ, “savaşma ve Filistin Devleti kurma irademiz, iddiamız yok” demiş oldu. Bugün Filistin direnişinde solun zayıflamasının belirleyici nedenlerinden biri bu reformist anlayışın hakim olmasıdır. Bu reformist anlayışın FHKC başta olmak üzere, devrimci örgütlerce aşılamamış, etkisizleştirilememiş olmasıdır.

Benzer bir görüşme süreci de sonuçta anlaşmaya imza atılmasa da 2000 yılında Camp David’de dönemin ABD başkanı Bill Clinton’ın “ev sahipliği”, yani icazeti altında yaşandı. Bu görüşmede de Filistin sorununun çözümü için atılan bir adım olmadı. Dayatılan şartlar öyle ağırdı ki, Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat, dayatılan anlaşmayı imzalamayı reddetti. Bu şartların Filistin halkına kabul ettirilmesi de mümkün olamazdı.

Bugün Filistin direnişi işte bu reformist ideolojiyi, teslimiyetçi, tasfiyeci ideoloji ile de hesaplaşma içinde gelişecektir. Bugün Filistin direnişi kendini yenileyerek nehirden denize bağımsız, demokratik Filistin’i kurma hedefiyle, Marksist-Leninist bir önderlik altında mücadeleyi geliştirme göreviyle karşı karşıyadır.

“Nehirden Denize Özgür Filistin”

Filistin topraklarının doğusunda Ürdün nehri, batısında Akdeniz yer alıyor. Ve “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganı, Filistin’e ait bu toprakların tümünü içeren bir Filistin Devleti’ni hedefliyor. Filistin’e ait bu toprakların herhangi bir parçasını içine alan, işgalci bir İsrail Devleti’nin meşruluğunu kabul etmiyor.

Aksa Tufanı Harekâtı sonrası, Filistin direnişine destek açıklamaları ve gösterilerde kullanılan bu slogan, Avrupa emperyalist ülkelerinde tepki, baskı ve yasaklamayla karşılaştı. Bu ABD ve Avrupa emperyalizminin, İsrail siyonizminin kurucu gücü, arkasındaki destek ve aynı hedeflerde ortaklaşmalarının sonucudur. Çünkü İsrail bir devlet değil, emperyalizmin Orta Doğu’daki ileri karakolu, vurucu gücüdür. “Eğer İsrail olmasaydı, ABD bir İsrail icat etmek zorunda kalırdı” İfadeleriyle bu gerçeği anlatan Biden, aynı zamanda İsrail’i icat edenlerin zaten kendileri (İngiltere ile birlikte) olduğunu da gizliyor. Biden’ın ifadesiyle “eğer İsrail olmasaydı, ABD bir İsrail icat etmek zorunda kalırdı. Bölgedeki çıkarlarını korumak için. İsrail Orta Doğu’da ABD’nin sahip olduğu en büyük güçtür. Dünya bu durumdayken İsrail’in olmadığını hayal et. Kaç savaş gemisi olurdu Akdeniz’de. Kaç asker konuşlandırılırdı Orta Doğu’ya.”

İşte tam da bu nedenle, Orta Doğu halklarının Orta Doğu’da bu ABD üssüne, bu ABD savaş gemisine hayat hakkı tanımaması zorunluluktur. İşte bunun için “Nehirden Denize Özgür Filistin” sloganı emperyalizme ve siyonizme hayır demektir.

İngiltere İşçi Partisi, ‘Filistin yanlısı bir mitingde yaptığı konuşmada ‘Nehir ile Deniz arasında’ ifadesini kullandığı için milletvekili Andy McDonald’ı görevden uzaklaştırdı.

İngiltere İçişleri Bakanı Suella Braverman, Filistin’e destek gösterilerini “nefret yürüyüşleri” diye tanımladı, sloganı İsrail’in ortadan kaldırılması arzusu diye yorumladı.

İngiltere Futbol Federasyonu, oyuncuların özel sosyal medya hesaplarında bu sloganı kullanmalarını yasakladı.

Alman yetkililer bu sloganı yasakladı ve kullananları suçlu ilan etti. Başkent Berlin’deki okullara Filistin giysilerinden kefiye kullanımını yasaklama çağrısı yaptı.

Gazeteci Marc Lamont Hill, 2018 yılında, “Nehirden Denize Kadar Filistinlilere Özgürlük” çağrısı yaptığı için CNN tarafından kovulmuştu.

Elon Musk bu sloganı soykırım destekçiliği olarak değerlendirmiş ve sosyal medya platformu X’te yasaklamıştır. Bu da emperyalizme çok uygun bir ikiyüzlülüktür: İsrail’in Filistin’de yaptığı soykırımı desteklerken, bu desteklerini yüce bir görünümle ‘soykıı karş .tlı .ı’ gibi sunmaya çalışırlar.

Avrupa emperyalizminin sloganı yasaklaması da Filistin halkına, Filistin direnişine düşmanlığın yanında, Filistin mücadelesinden duydukları korkunun da sonucudur.

Dün Yahudi, Roman soykırımı yapan Almanya emperyalizmi bugün Filistinlilere yönelik soykırımı destekliyor. Dün ‘Alman ırkını koruma’ yalanını kullanıyordu, bugün ‘Yahudileri koruma’ yalanına sığınıyor. Gerçekte, dün Yahudilere soykırım uygularken, bugün Filistin halkına soykırım uygularken de onlara yön veren emperyalist politikalarıdır.

Bu slogan, emperyalizmin İsrail Devleti politikasının kabul edilmemesi, emperyalizmin Orta Doğu’daki ileri karakolunu ortadan kaldırana kadar savaş ilanıdır.

Bu slogan, Filistin direnişinin haklı, meşru, tek devlet kurma hedefinin ifadesidir.

“Nehirden Denize Özgür Filistin”, Filistin sorununun tek çözüm yoludur.

Oslo süreci iflas etmiş, gelinen aşamada Filistin direniş güçleri ağırlıkla görmüştür ki, ‘iki devletli çözüm’ adı verilen politika, emperyalizmin ileri karakolu İsrail’in ve işgallerin, sömürgeciliğinin, soykırımın meşrulaştırılmasıdır.

İsrail’i meşru görmek demek, Filistin direnişini hedefsizleştirmek, iradesizleştirmek, uzlaşma, teslimiyet, tasfiye bataklığına gömmek demektir.

Bu politikalarının getirdiği sonuç, İsrail’in meşrulaşması ve Likud partisi örneğinde olduğu gibi, “Nehirden Denize İsrail” diyerek, tüm Filistin topraklarını işgal ederek, soy kırım uygulayarak, Filistin halkına yaşam hakkı tanınmamasıdır.

“Nehirden Denize Özgür Filistin”, Filistin halkının tek kurtuluş yoludur.

(Devam Edecek)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yayınlar