AKP Faşizminin OHAL’ine Karşı En Güçlü Barikat: Yüksel Direnişi (8.Bölüm)

EMPERYALİZMİN ÜLKEMİZDEKİ YAĞMA VE SÖMÜRÜSÜNE, GATT VE GATS SALDIRILARINA, AKP FAŞİZMİNİN OHAL’İNE KARŞI EN GÜÇLÜ BARİKAT: YÜKSEL DİRENİŞİ (8. Bölüm)

HALKLA BİRLEŞMİŞ BİR DİRENİŞİ ALT ETMEK, ZAFERİNİ ENGELLEMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR!

AKP FAŞİZMİ DE YÜKSEL DİRENİŞİ KARŞISINDA BU ACİZLİĞİ YAŞAMIŞTIR!

EMPERYALİZMİN VE FAŞİZMİN SALDIRILARINA, BEDENLERİNİ BARİKAT YAPANLARI, ZULMÜN HİÇBİR ÇEŞİDİ TESLİM ALAMAZ!

Emperyalizmin özelleştirme ve “kamuda küçülme” yalanlarını, AKP faşizminin OHAL ile halkın hayatını karartıp işbirlikçi tekelleri nasıl ihya ettiğini, OHAL komisyonu ile ihraç edilen 200 bin kamu emekçisini nasıl oyaladığını, ideolojik ve siyasi olarak devrimcileri yok etmek için AKP’nin OHAL’i fırsata çevirdiğini anlatan Nuriye ve Semih’in tutuklandıklarını anlattık.

Faşizmin hedefe oturttuğu Yüksel Direnişi’ne düşman olan yalnızca faşizm değil aynı zamanda reformizmdi. Reformizmin yönetimlerine çöreklendiği sendikalardan direnişçilerin sendikalardan ihraç süreçlerini anlattık. Şimdi, milyonların sahiplendiği Nuriye ve Semih’in direnişinin AKP’de yarattığı korkuyu hatırlatacağız.

9 Kasım 2016’da Ankara Yüksel Caddesi’nde direnişe başlayan Nuriye’ye, 23 Kasım günü Semih de katılmıştı. İki eğitimci OHAL yasaklarını tanımadan alana çıkarken, 24 Kasım Öğretmenler Günü vesilesiyle konuşan Tayyip Erdoğan şöyle diyordu:

“Saygı değer hocalarım, kutsal bir vazifeyi icra ediyorsunuz. Sizler, ailelerimizin size emanet ettiği çocukları yetiştiriyorsunuz. Adeta bir nakkaş gibi işliyor, onlara bilginizle birlikte kişiliğinizi de katıyorsunuz. Öğretmenlik yalnızca, sınıfta edinilen bilgileri aktarmak değildir. Öğretmenlik, irfanla çocuklarımızı geleceğe hazırlamaktır. Muallimlerine, müderrislerine gerekli hizmeti sunmayan, onların fedakârlıkları karşısında ahde-vefa göstermeyen bir ülkenin geleceği karanlıktır.”

Tayyip o gün konuşurken, sanki ataması yapılmayan 400 bin öğretmenin, ihraç edilen 2 bin 346 akademisyenin ve 28 bin 163 öğretmenin olduğu bir ülkenin cumhurbaşkanı değilmiş, zulmün sahipleri kendileri değilmiş gibi konuşuyordu.

Nuriye ve Semih işkenceyle gözaltına alındığı dakikalarda yalan ve demagojilerine devam ediyordu Tayyip:

“PKK ve DHKP-C gibi etnik ve mezhebi farklılıkları kaşıyan örgütlerin, gerekse DEAŞ ve FETÖ gibi dini kavramların arkasına saklanan yapıların en büyük istismar alanı, eğitim- öğretimdeki hatalardır. Biz terör örgütlerinin kanlı eylemlerinde kullanacağı malzemeleri değil, ülkemizin istikbalini kurtaracak asımın nesli gibi gençler yetiştirmek istiyoruz. Bizler Batı’ya öykünen, kendi milletinden tiksinen sömürge ajanları değil, medeniyet değerlerini önemsemiş fikir işçileri yetiştirmek istiyoruz…”

Ülke tarihinin en işbirlikçi iktidarının başındaki kişi, emperyalizme ruhunu ve beynini satmış bir uşak olarak, vatan hainliğini gizlemek için, emeğine ve mesleğine sahip çıkanları teröristlikle ve batı ajanlığıyla suçluyordu.

Elbette halkımız nezdinde bu yalan ve demagojilerin hiçbir hükmü yoktu. Halkın direnişi sahiplenmesi arttıkça, AKP Haziran Ayaklanması gibi bir halk ayaklanmasının Yüksel’den başlayacağı kâbusları görüyordu.

Nuriye ve Semih’in 9 Mart 2017’de açlık grevine başlamasıyla, direniş alanı halk tarafından adeta korumaya alınmıştı. Direnişçilere zarar gelmesinden korkan halkımız, her boşluğunda soluğu Yüksel’de alıyor, işini-gücünü bırakıp direniş alanına koşuyor, gece-gündüz direnişçileri yalnız bırakmıyordu.

Yüksel Caddesi’nde halka siyasi gerçekleri açıklayan Nuriye ve Semih’in açlıkları ilerledikçe faşizmin yalanları parçalanıyor, baskı ve yasaklar hükmünü yitiriyordu. Direniş, halkın her kesiminden insanın umudunu ve direncini büyütüyordu. Bu nedenle AKP, 21 Mayıs 2017’de yapılan operasyonla gözaltına alıp, 23 Mayıs’ta tutukladı.

Direnişçileri tutuklayarak direnişi bitireceğinin, zorla müdahale ederek Nuriye ve Semih’in ardından başka direnişçiler çıkmasını engelleyeceğinin, sahte delillerle uzun yıllar hapishanede tutmanın hesabını yapıyordu faşizm.

26 Eylül 2017 sabahı, saat 3 sularında açlık grevini sürdüren Nuriye Gülmen’i Sincan Hapishanesi’nden, Numune Hastanesi’nde yoğun bakım ünitesine kaçırdı. Refakatçisi olan kardeşi Beyza’nın ve avukatlarının görüşmesine izin verilmedi. Aile ve avukatlar, hastaneye dahi alınmadılar.

Nuriye’nin durumu, yoğun bakım adı altındaki yoğun tecrit ve işkence hücresine dönüştürüldü ve durumu hızla kötüledi. Zorla müdahale için kaçırıldığı hastanede kendisine refakatçi verilmediği için hiçbir ihtiyacını karşılayamadı. Her yanı cam olan hücrenin içinde ve dışında jandarma ve gardiyanlar 24 saat izliyorlardı. Tuvalet ve banyo, ayağa kalkamayan Nuriye’yi koydukları yerin dışındaydı. Yani refakatçisi olmadığı için tuvalet ve banyo ihtiyacını karşılaması engellenmişti. Sandalyeye taktıkları bir poşetin içine tuvaletini yapmaya zorladılar. Nuriye ısrarla aynı şeyleri söyledi: “Ben hasta değil direnişçiyim. Beni zorla hastanede tutamazsınız. Üstelik yoğun bakım odasında, hapishaneden ve daha önce tutulduğum hastaneden daha zorlu koşullardayım, refakatçim yok. Sizin yanınızda tuvaletimi yapmayı ve duş almayı kabul etmiyorum. Buraya zorla müdahale için getirdiniz; ama ben kesinlikle müdahale istemiyorum, açlık grevine devam edeceğim. Hapishaneye geri götürülmek istiyorum.”

Nuriye’nin iradesini bu şekilde kırmaya çalışıyor, “açlık grevini ya kendin bırakırsın ya da zorla müdahale eder sakat bırakırız” demeye çalışıyorlardı. AKP’nin İçişleri Bakanı Soysuz Süleyman Soylu, doktorlarla konuşup “bilincinin kapanması durumunda müdahale izni verildiğini” söylüyordu.

“Sürekli faşizmle yönetilen bir ülkede yasaların ve uluslararası sözleşmelerin hiçbir hükmü yoktur, bir bakan doktorun hastasına ne yapıp yapmayacağını emreder” demek istiyorlardı. Çünkü onlar Nuriye ve Semih gibi binlerce insanı bir gecede işlerinden etmiş, hiçbir tepkiyle karşılaşmadıkları için iyice pervasızlaşmış, halkı ekmekleriyle terbiye etmeye çalışmış, halkın yaşamının ceplerine indirdikleri paralardan daha değersiz olduğuna kendilerini inandırmışlardı. Fakat son sözü faşizmin bakanı değil, direniş söyleyecekti.

Nuriye direnişi her koşulda sürdürmekte kararlıydı, avukatları ve yoldaşları da direnişi sahiplenmekte. Bu nedenle ilk andan itibaren Numune Hastanesi önünde nöbet başladı. İnsan Hakları Anıtı direniş mevziisi olmaya devam ederken, hastane önü de ikinci direniş mevziisi olmuştu.

Faşizm, ne yapacağını, direnişe nereden ve nasıl saldıracağını şaşırmıştı. Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi’nde 2017-2018 Akademik Yıl Açılış Töreninde bir konuşma daha yaptı. Konuşmada, direniş karşısındaki çaresizliklerini de itiraf ediyordu: “Ülkemizde birileri terör örgütüyle ilişkisi olan ve kamudan ihraç edilen öğretmenler için dünyayı ayağa kaldırıyor.”

Asıl teröristler, direnişçileri ve direnişi sahiplenen halkımıza terörist diyordu. Fakat söylediğinde doğru bir şey vardı ki: Nuriye ve Semih’in direnişiyle dünya ayağa kalkmıştı.

Yüksel Direnişi’nin haberinin yapılmasını dahi AKP tarafından yasaklanmasına, adlarının anılması bile ‘suç’ sayılmasına rağmen direniş dünyanın dört bir yanında çığ gibi büyüyordu. “Birileri” dediği; vatanının bağımsızlığını savunan, GATT ve GATS sözleşmelerinin ülkemizdeki sonuçlarını reddeden Nuriye ve Semih’ti, Kamu Emekçileri Cephesi’ydi, Halk Cephelilerdi!

Nuriye ve Semih; faşizmin zulmü karşısında susmayıp, sinmeyip direnmiş ve bedenlerini açlığa yatırarak emperyalist politikalara karşı hayatlarını ortaya koymuşlardı. Milyonlarca halkın taleplerinin sesi, baskıları en önde göğüsleyen olmuşlardı. Bu nedenle dünya halkları onlara bakınca “terörist” değil, halkın kurtuluş mücadelesine önderlik eden iki eğitimci görüyorlardı.

AKP “dünyayı ayağa kaldırdılar” sözünü ilk kez söylemiyordu. Hasta tutsak Güler Zere’ye özgürlük kampanyasında, Berkin için yürütülen adalet mücadelesinde de aynı şeyi söylemişlerdi. Zaten ABD emperyalizmi de “Engin Çeber gibi yoksul bir adam için” devrimcilerin dünyayı ayağa kaldırdığını söyleyerek buradan “suç” yaratmaya çalışıyordu.

Onların “suç” saydığı, bizim için HAKTIR!

Yoldaşlarımızın hakkı için, halkın hak arama, hak alma bilincini yükseltmek için aylarca yatak yüzü görmeden, gecesini gündüzüne katarak çalışır Halk Cepheliler. Nuriye ve Semih sürecinde de böyle olmuştur. Dünyayı ayağa kaldıran Nuriye ve Semih’i hiç bırakmayan Halk Cephelilerdir. Halk Cephelilerin faşizme karşı direnme geleneği, Halk Cephelilerin yoldaşlarını, direnişi sahiplenme bilinci ve yoldaşlık bağlarıdır.

Dünyayı ayağa kaldıran, Halk Cephelilerin mücadele bilinci, kararlılığı, bedel ödemekten kaçınmamasıdır.

Dünyayı ayağa kaldıran Halk Cephelilerin, her koşulda faşizme karşı direnme ve savaşma cüreti, faşizmi yenebileceklerine duydukları sarsılmaz inançtır.

Dünyayı ayağa kaldıran Halk Cephelilerin halka duydukları güvendir.

Halk Cepheliler direniş sürecinde kendilerine ve birbirlerine şu sözü vermişlerdir: “Nuriye ve Semih kazanana kadar uyumayacağız”.

Bu tarihsel direniş, zulme karşı kararlılıkla yürüyen, ülkede koca koca örgütleri ve sendikaları korkutup sindiren, hareketsizleştiren OHAL’i, bir paçavra gibi bir kenara fırlatan direniş, Anadolu halklarının geleceğini belirleme misyonunu da yüklenmişti.

Direniş dünya halklarını ayağa kaldırmıştı; çünkü halklar faşizme karşı direnecek, örgütlenecek kanal arıyor. “Faşizmin zulmü büyük, bu baskı karşısında direnilemez” diyen, reformist, oportünist teoriler iflas etmişti.

Faşizmin zulmünün büyüklüğü, tersine milyonların bir direniş etrafında birleşmesini sağlamıştı. Aslında haklı talepler etrafında halkı birleştirmeyi başarmış her direniş sürecinde de böyle olmuştur.

>>EMPERYALİST TEKELLERİN VE İŞBİRLİKÇİ TEKELCİ BURJUVAZİNİN,

AKP’NİN ÖNÜNE KOYDUĞU GÖREV

1)GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması)

hükümlerini yerine getir!

BU NE DEMEKTİR?

Tüm üretim ve hizmet alanlarında tek söz sahibi emperyalistler ve esas olarak da ABD olacak.

Kapılarını sonuna kadar emperyalist tekellere aç!

2)Tahkim Yasalarının gereğini yap!

BU NE DEMEKTİR?

İşbirlikçi oligarşinin mahkemelerinin hiçbir hükmü yoktur. Emperyalist tekellerin çıkarları için son

söz emperyalist mahkemelerindir!

3)Kamuda küçülmeye git, özelleştirmeleri hızlandır ve arttır!

BU NE DEMEKTİR?

Kamuda çalışan 150 bin kamu emekçisini ve özel sektörde çalışan 50 bin kişiyi işten at! Devlete ait

işletmeleri, başta emperyalist tekeller olmak üzere özel şirketlere sat! <<

Haftaya Yüksel Direnişi’ni anlatmaya devam edeceğiz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yayınlar