AKP Faşizminin OHAL’ine Karşı En Güçlü Barikat: Yüksel Direnişi (12.Bölüm)

Yüksel Direnişi, OHAL ile Anadolu Halkları Arasındaki En Güçlü Barikat Olurken

Dünya Halklarına Da Direnmenin Onurunu, Umudun Bitirilemeyeceğini ve Dayanışmanın Erdemini Yaşattı

Tüm Dünyadan Destekçiler Tek Ses Oldu:

Nuriye ve Semih Kazanacak- 1

Yüksel Direnişi’nin başladığı 9 Kasım 2016’dan itibaren faşizmin saldırılarının sürekli arttığını ve bunun karşısında halkların sahiplenmesinin de sürekli büyüdüğünü anlatmıştık.

Dünyanın dört bir yanından aydınlar, sanatçılar, ev kadınları, öğrenciler, çiftçiler, emekliler, sokaklarda yaşayan çocuklar, işçiler, memurlar, madenciler, akademisyenler, esnaflar, işsizler, avukatlar, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, yöre dernekleri, yönetmenler, futbol taraftarları, yazarlar, barolar… Herkes Nuriye ve Semih’in haklılığına inanıyor, taleplerinin meşruluğunu savunuyor, talepleri taleplerimizdir diyordu.

Yüksel Direnişi; hem direnme kararı alanın mutlaka her koşulda direnmenin yolunu bulabileceğini, herkesin mutlaka bir şekilde direnebileceğini ve direnişin sayısız biçimi olduğunu öğretiyordu.

Direnişçiler için; kimi internetten video yayınlıyor, kimi şarkı söylüyor, kimi şiir okuyor, kimi bulunduğu yerde elinde döviz tutuyor, kimi fotoğraf çekiyor, kimi mektup yazıyor, kimi eylem yapıyor, kimi maçta pankart açıyor, kimi gözaltına alınıyor, kimi destek verdiği için tutuklanıyor, kimi bahçesine fidan dikiyor, kimi sokaklara adlarını yazıyor, kimi de adım adım Ankara’ya yürüyordu.

Gerçekten de belirleyici olan direnmeye karar vermekti. Halkımız tüm yaratıcılığıyla, burada tek tek sayamayacağımız kadar çok eylem biçimi buldu. Ve derlemesi bile bir ansiklopedi hacminde olacak kadar çok yerde eylemler yapıldı, etkinlikler örgütlendi, destek açlık grevleriyle açlığa ortak olundu.

Sahiplenme Büyüdükçe, AKP Faşizminin Saldırıları Artıyor

Saldırılar Arttıkça, Saldırılar ve OHAL Uygulamaları Hükmünü Direnişle Yitiriyor

Direniş, Nuriye ve Semih’in tutuklanmasıyla daha da büyüyordu. Bunun hazımsızlığıyla Nuriye ve Semih gece yarısı hastaneye kaçırılmıştı. Halkın Avukatları Ebru Timtik ve Ayşegül Çağatay, AKP’nin yalanlarına ve sansürüne karşı gerçekleri açıklıyordu:

“Yürümekte zorlanan, kendi işlerini yapamayacak durumda olan Gülmen ve Özakça, tek başlarına ihtiyaçlarını karşılayamaz durumdayken Sincan Cezaevi Kampusu Devlet Hastanesi’nde tek başlarına tutuluyor.

Semih’i kayışla bağlayıp, Nuriye’yi çarşafa sarıp götürdüler!

Gece saat 24.00’e doğru hücrelerine gelen gardiyanlar, hücredeki diğer tutukluları, ‘su vereceğiz, müdür görüşmek istiyor’ gibi sebepler öne sürerek dışarı çıkardıktan sonra Gülmen ve Özakça’yı indirip ambulansa bindirerek götürüyorlar. Semih hastaneye gitmek istemediğini söyleyip itiraz ettiği için sedyeye kayışlarla bağlanıyor. Ambulansa inene dek sedyede yüzükoyun dönüyor. Nuriye’yi de altında çarşafa dolayıp ambulansa o şekilde derdest edip götürüyorlar, sedyeye bile koymuyorlar.

Biz avukatları, ertesi gün, cumartesi öğle saatlerinde görüşe gittiğimizde hastaneye sevk edildiklerini öğrendik. Semih ile görüşen avukatlar kayış izlerini görünce adli rapor için başvuru yaptı. Ancak Sincan Cezaevi Hastanesinden rapor gelmeden adli rapor için sevk edemeyeceklerini söylediler. Bu süre içinde zaten Semih’in vücudundaki izler de geçmeye başladı. Adli rapor tutulmadı.

Hastaneye götürüldüklerinde suları, şekerleri hücrelerinde kalmış. Hastanede refakatçileri yok, eşyaları o gün getirilmemişti ve ikisinin yanına da beş litrelik su şişesi koyup gitmişler. Onlar suyu kaldırıp bardağa dolduracak durumda değiller. Hücredeki eşyaları günler sonra hastaneye götürüldü. Ancak bardakları, temizlik malzemeleri halen yok. Hastane odalarını da kendileri temizlemek zorunda kaldılar. Tabii yapabildikleri kadar. Oysa hijyen koşullarda barınmaları gerekiyor.

Nuriye zaten kendi işlerini yapabilecek pozisyonda değil; yürümekte zorlanıyor, dengesini zor sağlıyor. Birkaç adım atıp dinleniyor, tutuna tutuna ilerleyebiliyor. Semih de kısa mesafeleri yürüyebiliyor. Hastane hücresinde havalandırmaları yok, hapishanede en azından havalandırma vardı. Hastanede onların kaldığı katta başka hasta da yok. Tam bir tecrit ortamındalar. Birini çağırmak istediklerinde zile basıyorlar.

Hastaneye zorla götürüldüler, üç gündür refakatçileri yok. Hapishane idaresiyle refakatçi için görüştük, kendileriyle ilgisi olmadığını söylediler, savcı da tekrar hastane raporu istedi. Bürokratik engeller çıkarılıyor, geciktiriliyor. Hastaneye getirildiklerinden beri sık sık ‘Tedaviyi kabul ediyor musun?’ diye soruyorlar. İkisi de tansiyon, kilo ölçümü gibi muayene de dahil hiçbir muayeneyi kabul etmiyor. En başından beri kendi doktorlarına muayene olmak istediklerini belirttiler. Ancak Sincan Hastanesinde ‘bilinçleri kapandığında müdahale edeceklerini’ söylediler. Onlar da müdahale edilebileceğinin tedirginliğini yaşıyorlar. ‘Ya tahliye edin ya da tutukluysak hapishaneye gönderin, hastane koşulları hapishaneden kötü’ diyorlar. Müdahaleyi kesinlikle istemiyorlar.”

Zorla müdahale tehditleri, halktaki öfkeyi büyütürken endişeyle sokaklara çıkıyor ve Nuriye ve Semih’e zorla müdahaleyi engellemek için sesini yükseltiyordu. Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önü daha da kalabalıklaşıyor, Anadolu’nun ve dünyanın dört bir yanında eylemler yapılıyordu.

Bu sahiplenme karşısında tavırsız kalamayan, o güne kadar hayatında hiç eyleme gitmemiş, hiçbir politik faaliyette bulunmamış, hatta faşizmin terör demagojilerinden etkilenen tuzu kuru küçük burjuvalar bile Yüksel Direnişi için bir şeyler yapmak zorunda hissetmişti. Herkes kendi bildiğince, kendi dilince direnişin yanında yer aldığını anlatmanın yolunu buluyordu. Halkın safında aydın ve sanatçıların yanı sıra, bazı burjuva sanatçılar ve reformist kesimlerin bile kayıtsız kalamaması, direnişin haklılığını ve meşruluğunu bir kez daha gösteriyordu.

AKP’nin “terörist” yaftalamaları, Nuriye ve Semih’i tutuklaması, açlık grevi direnişini kıramayınca zorla müdahale için hastaneye kaçırması ve dışarıda sahiplenenlere saldırıları arttırması, halkta korkuyu değil kini, cüreti ve sahiplenmeyi büyüttü.

Bunlardan yalnızca bazılarını hatırlatacağız.

Ankara Valiliği, Eylem ve Etkinlikleri 3 Ay Süreyle Yasakladı!

Yüksel Direnişi Sürüyor

Nuriye ve Semih’i tutuklayarak Yüksel Direnişi’ni bitireceğini sanan zavallı AKP’nin zavallı Valisi, 2 Kasım 2017’de yayınladığı açıklamada şöyle diyordu:

“OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.

Bu tür eylemlerin, vatandaşların istirahat ve dinlenme amacıyla kullanılan parkları yoğun olarak tercih etmeleri nedeniyle çevreye rahatsızlık verebileceği; terör örgütleri tarafından, katılımcılar ve vatandaşlara yönelik olarak eylem yapılabileceği ve böylelikle kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasının tehlikeye düşebileceği değerlendirilmektedir.

Bu nedenlerle Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren üç (3) ay süreyle açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler; 5442 sayılı İl idaresi Kanunu’nun 11/c maddesine göre ilimiz sınırları içerisinde huzur ve güvenliğin, kişi dokunulmazlığının, tasarrufa müteallik emniyet, kamu esenliğinin sağlanması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. maddesi ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi hükümleri doğrultusunda yasaklanmıştır.

Yukarıda belirtilen emir ve yasaklara uymayanlar hakkında; fiilleri ile ilgili olarak kanunlarda özel bir hüküm bulunmadığı takdirde, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 17. ile 28. maddeleri, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 11/m maddesi ile 25/b maddeleri, 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/C ile 66. madde hükümleri, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu gereğince yasal işlem yapılacaktır.”

Ne terör demagojileri ne yasaklar ne baskılar ne işkenceli gözaltılar ne TOMA’lar ne gaz bombaları… Hiçbir tehdit, hiçbir yasak, hiçbir baskı işe yaramadı. Halk, direnme hakkına ve Nuriye ile Semih’e sahip çıktı. Yüksel Caddesi’ni kimsesiz, taleplerini sahipsiz bırakmadı. Direnişle tüm yasaklar hükümsüz kılındı!

Nuriye Semih için Bodrum’dan Ankara’ya 800 Kilometrelik Yol…

25 Mayıs 2017 günü, Bodrum’da yaşayan iki çocuk babası emekli Mehmet Levent Öncel, Nuriye ve Semih’e destek vermek için Ankara’ya motosikletiyle yola çıktı.

800 kilometrelik yola çıkarken Nuriye ve Semih’in tutuklandıklarını öğrenen 55 yaşındaki Öncel, Bodrum Belediye Meydanı’nda basına açıklama yaparak şöyle diyordu:

“Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın işlerine geri dönmek için yaptıkları eylemi destekliyorum. Onlara Bodrum’daki ve Milas’taki insanların selamlarını götürmeyi düşündüm. Bu sebeple oraya gidecektim ama maalesef onların tutuklandıklarını öğrendik. Bu yüzden galiba onları göremeyeceğim. Artık annelerine ulaşabilirsem selamları annelerine ileteceğim. Başka da yapabileceğimiz bir şey yok. Umarım tutuklamaları kaldırılıp işlerine iade edilirler. Böylece Türkiye de rahatlar diye düşünüyorum. Ankara’ya gittiğimde Muğla milletvekillerine de uğrayacağım. En azından onların milletvekili olması sıfatıyla Semih ve Nuriye’yi görme şansları varsa onlar aracılığıyla selamı iletebilirim. Umarım selamımız yerine ulaşır ve onlar mesleklerine geri dönerler.”

5 Temmuz 2017 günü ise Mehmet Levent Öncel, Suray Ekinci ve Sultan Bozyurt, KHK’lerle işten atılmalara karşı 119 gündür açlık grevinde olan Nuriye Gülmen ve Semih Ökakça’yla dayanışmak için 800 kilometre sürecek yürüyüş başlattılar. Daha Bodrum’da gözaltına alınan 3 eylemci şöyle diyordu:

“Nuriye Gülmen ve Semih Özakça bir kış boyunca İnsan Hakları Anıtı yanında haklarını aradılar, artık halk sahiplenmeye başladı. Fakat devlet üç maymunu oynuyor; görmüyor, duymuyor, konuşmuyordu. Bu dava onların ve bizim davamızdır. Biz AKP’nin haklarımızı vermeyeceğini biliyoruz. Bizlere halk sahip çıkmalı. ‘Haklar verilmez ancak mücadele ederek kazanılır’ felsefesi Yüksel Caddesi’nin şiarıydı…

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ölmesin yaşasın istiyoruz… Onurlarıyla mesleklerini yapmaları ve işlerine iade edilmelerini istiyoruz. Bu sebeple 800 kilometrelik yolu Ankara Yüksel Caddesi’ne kadar yürüyeceğiz. Sevgilerinizi ve selamlarınızı sırt çantamıza koyup bu ağırlığı taşımaktan onur duyacağız…”

İzmir’den Ankara’ya Adım Adım Yürüyen Adem Kızılçay:

OHAL Kaldırılsın, Nuriye Semih İşe Geri Alınsın!

24 Haziran 2017 günü, bir yürüyüş de İzmir’den başladı. 10 Ekim Ankara Gar katliamında hayatını kaybeden İsmail Kızılçay’ın ağabeyi Adem Kızılçay; başta Nuriye Gülmen ve Semih Özakça olmak üzere ihraç edilmiş tüm kamu çalışanlarına destek olmak için İzmir’den Ankara’ya yürüdü.

57 yaşındaki emekli Kızılçay, açlık grevinde 110 günü geride bırakan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın taleplerini köy köy dolaşarak, adım adım yürüyerek, gözaltılara rağmen anlatmaya devam etti.

Bu yürüyüş dolayısıyla hakkında “FETÖ”cü olduğu iddiasıyla dava açıldı. Hakkında “KÖY HAPSİ” verildi. Kardeşinin Ankara’daki davalarına katılması dahi engellenen Kızılçay, geri adım atmadı. Kendi köyünden faşizmin baskılarını teşhir etmeye ve Nuriye Semih’i sahiplenmeye devam etti.

Nuriye ve Semih’in Açlık Grevinin 111. Gününde, 111 Aydın ve Sanatçıdan İlan

İçlerinde Ayşe Kulin, Ahmet Ümit, Ercan Kesal, Ferzan Özpetek, Fatih Portakal, Hayko Çepkin, Halil Ergün, Korkut Botatav, Meltem Cumbul, Murathan Mungan, Müjde Ar, Menderes Samancılar, Müjdat Gezen, Rutkay Aziz, Selçuk Yöntem, Türkan Elçi, Zülfü Livaneli ve Zuhal Olcay’ın da olduğu aydın, sanatçı, milletvekili ve insan hakları savunucusu 111 isim Hürriyet, Cumhuriyet, Birgün ve Evrensel gazetelerine ilan vermişti.

111 gündür açlık grevinde olan Gülmen ve Özakça’nın durumunun kritik seviyeye geldiğini belirten 111 isim, iktidara şöyle seslenmişti: “Nuriye Gülmen ve Semih Özakça OHAL kararnamesi ile işten atılan beş bin akademisyen, elli bin öğretmen ve yüz elli bin çalışandan sadece ikisi. İşe geri dönme talebiyle açlık grevine gittikleri için cezaevine atıldılar. 111 gündür açlar. Nuriye ve Semih ölmesin. Çalışma hakları geri verilsin. Okullarına dönebilmeleri ve hayatlarına devam edebilmeleri için devletin gereken adımları atmasını istiyoruz. Adalet ve demokrasi bunu gerektirir.”

Dönemin İçişleri Bakanı Soysuz Süleyman Soylu, direnişçilere düşmanlığıyla televizyonlardan öfkesini ve korkusunu kustu: “Emniyete değil, terör örgütü üyelerine güveniniz sonsuz! DHKP-C üyesi iki terör örgütü üyesine hamilik!”

Nuriye ve Semih’i bir kez daha ‘terör örgütü üyesi’ ilan eden Soysuz şöyle diyordu: “Bugün birtakım gazetelerde DHKP-C’nin talimatlarına eksiksiz uyan, bu örgütün mensupları için gerçekleri saptırarak ilan verenler başınıza gelen en ufak olayda yardım istediğiniz polisin bilgisine, istihbaratına ve tespitlerine güvenmiyorsunuz. Ancak terör örgütü üyelerine güveniniz sonsuz! Hepinizin devletini terör örgütü karşısında hareketsiz ve etkisiz hale getirmek, suçlu, göstermek için yola çıkanlar… Neyin altına imza attığınızın farkında mısınız? Peki, terör örgütüne cesaret vermek için bu ilanı yayınlayanlar?”

Soysuz’un “Neyin altına imza attığınızın farkında mısınız?” mesajına tepki gösteren Haldun Dormen ve Mustafa Alabora, metne imza attıklarını yeniden duyurdular. Oyuncu Orhan Alkaya ise Soysuz’un yalan, gözdağı ve tehditlerine “Neye imza attığımın elbette farkındayım. Dikteyle imza atanlara verecek hesabım da yok” diyerek cevap verdi.

4 Kurumdan Ortak Basın Toplantısı: Nuriye ve Semih’e Özgürlük!

Nuriye ve Semih’in taleplerinin kabul edilmesi için düzenli olarak İstanbul Kadıköy ve Beşiktaş’taki eylemlerde gözaltına alınanlarla ilgili, 24 Mayıs 2017 günü İstanbul’da basın toplantısı yapıldı. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)’in katıldığı açıklamada Halkın Avukatı Barkın Timtik, tutsak direnişçi müvekkilleriyle ilgili bilgi verdikten sonra şunları söyledi:

“İnsanın en temel hakkı yaşam hakkıdır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde de direnme hakkının, insanın en temel haklarından olduğu ifade edilir. İnsan direnerek var olur, emek ve mücadeleyle insan olur. Bu iki emekçi emeğin, direnişin onur olduğunu gösterdi. “Biz sadece yaşamak istemiyoruz. Onurlu yaşamak istiyoruz” diyorlar, bize düşen bu ışığı büyütmektir. Bu sürecin sonuna kadar takipçisiyiz.”

Direnme hakkına vurgu yapılan açıklamada, Nuriye ve Semih’in taleplerinin kabul edilmesi gerektiği söylenerek tahliye edilmeleri istendi.

Haftaya Yüksel Direnişi’nin taleplerini sahiplenmek için yapılanları anlatmaya devam edeceğiz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yayınlar