- NOT: Paylaştığımız yazı, 1.243 sanıklı Devrimci Sol Ana Davası’nda tutsakların kolektif bir şekilde hazırladığı ve 26 Ekim 1988 tarihinde Dursun Karataş tarafından mahkemede okunmaya başlanan savunmalardan alınmıştır.
- Yazının ”belli bir konuda” (kitabın 5. bölümünden altbaşlıklar alınmıştır) ortaya koyduğu tahliller, tanımlamalar, önce ve sonraki tarihsel süreçlerle birlikte ele alındığında bütünlüğe kavuşacaktır. Bu yanıyla kitabının tamamını okumak isteyenler için link bırakıyoruz:
- https://drive.google.com/file/d/1PVr6XIWn9WWanHxd-bfnDL69Jwy8M8ks/view?usp=sharing
*
II-ANTİ-EMPERYALİST KURTULUŞ SAVAŞI VE TOPLUMSAL SINIFLARIN TAVRI
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, emperyalist açık işgalin sonuçlan açısından belki de tek “yararı”; yüzyıllardır savaşlardan savaşlara koşturulan, kıyımlara, açlıklara uğratılan; Kafkasya’da, Yemen’de, Viyana önlerinde Kırım’da evlatlarıyla birlikte umutları da bıraktırılan Türkiye halklarında hala yaşayan direnme eğilimlerini açığa çıkaran bir işlev görmüş olmasıdır. Bu genel anlamda bir özgünlük olmasa da Osmanlı Devleti’nin adeta savaşlar üzerinde kurulup geliştiği-yaşadığı ve yıkıldığı göz önüne alınırsa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.
Emperyalist paylaşım savaşından, yenilen ülkeler safında bulunan Osmanlı Devleti, galip emperyalistlerce yapılan Sevr Anlaşması’yla paylaşılmış, bu sömürgecilik ve yağmaya, açık işgal ve soyguna, ülke içinden çok farklı tepkiler gelmiştir.
Emperyalist işgale karşı sultan ailesi işbirlikçi Osmanlı paşaları, komprador burjuvazi ve gayri-müslim sermaye sahiplerinden oluşan egemen sınıflar, işgale davetiye çıkarırken, ilk anti-emperyalist milliyetçi tepkiler; Osmanlı ordu ve bürokrasisinin (kapıkulu) alt zümresinden gelen, küçükburjuva nitelikli asker-sivil aydın kesimce gösterilmiştir. M.KEMAL önderliğinde toplanan Kuvva-ı Milliye güçlerinin önünde, yukarıda sosyal panoramasını çizdiğimiz nedenlerden ötürü, birçok sorun vardır.
Savaş hangi sınıflarla yürütülecektir?
Hedefleri, araçları ve sınırları nedir?
Hangi sınıfa, hangi sosyal,ekonomik, siyasi çözüm yolları ve programla gidilecektir?
İnsanların güveni nasıl sağlanacaktır?
Bu soruların cevapları ilk önceleri Kuvva-ı Milliyecilerin kafasında da tam olarak netleşmiş değildi. Gerek geldikleri sosyal çevrenin kültürel, etkileri, gerekse de tarihsel konjonktürün elverdiği sınırlı seçenekler nedeniyle, açık olan tek şey vardır: Ülke işgal altındadır ve bağımsızlığına kavuşturularak merkezi-komprador devlet yıkılmalı, daha ileri toplumsal ilişkileri temsil eden bir kapitalist burjuva devleti kurulmalıdır, ittifak yapacakları sınıfların, Anadolu eşrafından yana ağır basan güç dengeleri, bu düşüncelerini dahi açık açık savunmalarını engellemektedir.
Anti-emperyalist kurtuluş savaşına katılacak olan sınıfların tavrını ortaya koyarken, sınıfların toplumsal yapıdaki yerlerini de belirlemek gerekiyor.
1.Paylaşım savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti’nde, merkezi askeri feodal yapının çözülmesi hızlanmış, buna karşılık mahalli mütegallibe iktidar gücünü arttırmıştır. Vergi ve diğer yükümlülükler, köylü kitleleri üzerinde yoğunlaşınca, köylülük başka hiçbir alternatifin olmadığı koşullarda büyük ölçüde bunlara sığınmıştır. Anadolu’ya Kuvva-ı Milliye’yi örgütlemek üzere ayak basan Kemalistlere; İttihat Terakki’den gelmiş olmalarının yarattığı olumsuz propaganda ve önyargılarla yaklaşılmış, Kemalistler, kendilerine karşı kuşkuyla bakılmasının zorluklarını yaşamışlardır.
Köylüler, mahalli mütegallibe tarafından Kemalistlere karşı kışkırtılmış ve onlara Kuvva-ı Milliyecilerin Alman emperyalizmi yanlısı oldukları, padişaha ve hilafete karşı başkaldırdıkları propagandası yapılmıştır. Bu propaganda köylülerin Kuvva-ı Milliye’de.n uzak durmalarında etkili de olmuştur. Osmanlı Devleti’nde toplumsal çelişkilerin yumuşatılmış olması ve köylü ayaklanmalarının kanla ezilmişliğinin yarattığı kendine güvensizlik sonucu, köylülerin kafasında devletin yıkılmazlığı imajı oluşmuştur.
Yüzyılların kafalarda oluşturduğu ve neredeyse fikri sabitlik derecesinde bir olgu olarak, bu durum ifadesini politik pasiflikte bulmaktadır. Padişah yanlısı ağalar bu durumdaki köylü kitlelerini, Kemalistler aleyhine işlemektedirler.
Fakat Anadolu’da yine de halktaki anti-emperyalist tepkiler kendini Antep, Maraş, Adana’da ve Ege dağlarında olduğu gibi açığa vurmaktadır.
Anadolu eşrafı ise, başta, güç ve otoritelerinin sarsılacağı, Kemalistlerin onlara yönelik açık bir programının olmaması gibi nedenlerle, Kuvva-ı Milliye hareketine karşıdır. Yarı-feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü bir tarım ülkesinde bu kesim, köylüler üzerinde önemli bir etkinliğe sahiptirler. Çoğunluğu ulusal savaşa kayıtsız kalmayı yeğlemektedir. Toprak ağalarının ise emperyalist işgal ile bir alıp veremediği yoktur. Çıkarları, dış ticareti elinde bulunduran gayri-müslim ticaret burjuvazisiyle çelişmektedir, o kadar.
Ancak bu kesimlerin tavrı, işgalin başlaması ve yayılmasıyla değişecektir. İlk başta işgalci emperyalist güçlerin, şirin gözükmek amacıyla uyguladıkları taktik politikalar, yerini emperyalistlerin yerel sömürüden pay alma, toprak ağaları ve eşrafın keselerine el uzatmalarıyla birlikte, bir kısmı kendi statülerini korumak amacıyla yerel direniş örgütleri kurmaya veya kurulanlara katılmaya yönelmiştir. Emperyalizmin Osmanlı sınırları içersinde bir Ermeni devleti kurma girişimleri ve Ermeni, Rum azınlıkların çeşitli vaadlerle kandırılarak, Türk-Kürt halklarının üzerine asker olarak salmak gibi olayların yarattığı tepkiler, bir kısım eşraf ve toprak ağasının tavır değiştirmesini,Kemalistlerle uzlaşmaya gitmesini getirmiştir. “Mal canın yongasıdır” diye bir deyim vardır. Tam da bu anlayış ve ruh haliyle hareket eden Anadolu eşrafı ve toprak ağalarının bir kısmı, ülkenin açık işgalden kurtulması gibi antiemperyalist duygu ve düşüncelerle değil, kendi sömürü ve soygunlarının tehlikeye girmesi üzerine, Milli Kurtuluş Savaşı’na katılmışlardır. Bir kısım eşraf ve toprak ağası ise baştan beri işbirlikçiliğini, emperyalizmin ajanlığını yapmayı sürdürmüştür. Yine, bir kısım eşraf ve toprak ağası ise, uzun süre Ulusal Kurtuluş Savaşı”na kayıtsızlığını sürdürdükten sonra, zaferin yakın olduğunu anladıkları anda savaş sonrası Ermeni-Rum azınlıklarının yağmalanmasından pay alabilmek için son anda destek vermişlerdir.
Şehirlerde tüccar ve tefeciler, sömürü ve hile ile kazandıkları servetin güvenliğini, ulusal duygulardan daha üstün tutmakta, emperyalizmin uzantısı durumundaki Hristiyan kökenli komprador burjuvaziyle uzlaşmaya, kendi durumunu kurtarmaya çalışmaktadır. İstanbul ticaret burjuvazisi ise savaşın başından sonuna ulusal davaya kayıtsız kaldığı gibi yer yer de karşı tavır alıyordu. Ancak zaferin kesinliği sağlandıktan sonra, Ankara Hükümeti’nin yanında tavır belirlediler. Tüm bunlara rağmen savaş sürecinde sınırlı da olsa bir ulusal uyanış doğmuştur.
Açıkça görülmektedir ki, gerici toprak ağaları ile burjuva unsurlar büyük bir ihanet içindedir. Emperyalist çizmelerin ülke topraklarını ezdiği bir sırada, işbirlikçi Osmanlı egemen sınıfları ve diğer gerici burjuva unsurlar, ülke topraklarını ve ulusal onuru korumak için mücadele etmeyi değil, soygun ve talanlarını devam ettirmek için ihaneti seçmişlerdir.
Şu veya bu nedenle ulusal harekete katılmış olsa da tarihin gelişimi içinde ulusal onurunu çiğnetmeyen bir kısım Anadolu eşrafı, bulundukları bölgelerde “Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri” adıyla direniş örgütleri kurmuşlar, yoksul köylülüğü bu örgütler aracılığıyla ulusal savaşa katmışlar, Kemalistlerin halka uzanan kolları olmuşlardır.
Sivas Kongresi’nden (4 Eylül 1919), 9 Eylül 1923’e kadar, mücadelede önemli bir güç oluşturan bu savunma örgütlerinin nitelikleri bölgeden bölgeye değişmektedir. Kimi bölgelerde kendiliğindenci gerilla savaşı (çete) yöntemlerine başvurulurken ağırlıkla siyasi mücadelenin diğer biçimlerine yönelinmiştir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin başlangıçtaki çizgisi silahlı mücadele değil, sözkonusu bölgelerdeki Türk-Müslüman halkın ulusal haklarını, Paris Kongresi gibi uluslararası platformlara götürmeyi amaçlayan siyasi bir mücadeledir. Kemalistlerin ilk örgütlenme faaliyeti kendiliğinden ve dağınık durumdaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ni Kuvva-ı Milliye’de merkezileştirmek olarak biçimlenmiştir. Fakat bu örgütler ulusal savaşı omuzlayacak güçte değildir.
İşgal şartlarında, dağlardaki eşkiya çetelerinin örgütlendirilmesi için de olumlu bir ortam doğmuş, büyük toprak sahipleri ve eşraf, bölgede baş belası durumundaki bu asalak güçleri kendi siyasi amaçları doğrultusunda seferber etmeye yönelmiştir. Eşkiya çeteleriyle bu şekilde ilişkiye geçilmesi, çetelerin geçmişlerindeki olumsuzluklar nedeniyle, köylülerin Kemalistlere karşı güveninde gedikler açmışsa da işgalin yayılmasıyla özellikle Ege’de Demirci Efe, Yörük Ali gibi çete reisleri ulusal bir tavır takınmış, emperyalist işgale karşı savaşta yeni bir cephe açmışlardır. Bunların bir kısmı daha sonra düzenli ulusal orduya katılmışken, bir kısmı yapılarını meşrulaştırmak, kalıcılaştırmak amacıyla Kemalistlerle çatışmaya girmiş ve imha edilmiştir.
Burada, Kurtuluş Savaşı boyunca büyük yararlılıklar göstermiş Yeşil Ordu’ya ve Çerkez Ethem’e değinmeden geçemeyiz. Sovyet Devrimi’nin sağladığı uluslararası prestijden etkilenmelerle, Kemalistlerden daha sol bir programa sahip olan Yeşil Ordu, baştan beri silahlı güçlerinin bağımsız yapısını korumuş ve bu nedenle Kemalistlerle anlaşamamıştır.
Fakat Bolşevizmden etkilenmesi biçimseldir ve sosyalizmi kavrayacak siyasi niteliklerden yoksun bir örgütlenmedir. Anti-emperyalist savaş sırasında Ege’de bir cephe açmakla kalmamış, hain Osmanlı yönetimini destekleyen gerici iç ayaklanmaların bastırılmasında da etkin rol oynamıştır. Kurtuluş savaşının ilk yıllardan itibaren Kemalist politikaya angaje olmayı reddedince, Kemalistlerle doğan çatışmada yenilmiş, liderleri Çerkez Ethem yurtdışına kaçınca, örgüt dağılmıştır. Ulusal savaş kapsamında söylenecek şey, antiemperyalist bir tavır takındığıdır. Dahası, Çerkez Ethem halkçı (popülist) yapısıyla düzen karşıtı ve M.Kemal’e alternatif bir güçtür. İşgal şartlarındaki tavrına, işbirlikçi egemen sınıfların ona “hain” damgası vurması bu gerçeği değiştirmez.
Kısacası, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın güçleri, en başta Kemalistler olmak üzere, bir kısım toprak sahibi ve Anadolu eşrafı, köylülük (ağırlıklı kitle gücü) ve işçilerdir. Kemalistler “İstiklali Tam Türkiye” sloganıyla milli kapitalizmi kurmak isterken, diğer ağa ve eşraf takımı “can ve mal”ını korumak, ayrıcalıklı eski “düzenlerini sürdürmek amacıyla savaşa katılmışlardır. Ulusal devrime öncülük edebilecek güçte bir burjuva sınıf olmadığından, Burjuva Demokratik Devrim (BDD) muhtevalı harekete, küçük-burjuvazi öncülük etmiştir. Klasik BDD’lerde, özellikle köylülük ve küçük-burjuvazi, devrime önderlik eden burjuvazinin savaştaki destek-kitle gücüdür. Kurtuluş savaşında ise bundan farklı olarak köylülük, doğrudan Kemalistlerin örgütlenmesi ve önderliğiyle değil, bağımsız kapitalist ülkelerde olduğunun aksine, savaşa katılan eşraf ve toprak ağaları aracılığıyla katılmışlardır. Ülkemizde yarı-sömürgecilik ilişkileriyle, kendi iç dinamiğiyle gelişmesi engellenen burjuvazi, ulusal değil, komprador niteliktedir. Küçük-burjuvazi ise temel kitle ve destek gücünden yoksun olduğundan devrimin anti-feodal yanı, savaş sürecinde hemen hiç yok ya da cılızdır. Ağırlıkla ulusal-siyasal bağımsızlığı temel alan bir çerçeve ile sınırlıdır. Hatta mücadelenin ilk aşamalarında, işgalci emperyalist güçlere karşı, başka emperyalist güçlere dayanarak (mandacılık) savaşı yürütme düşüncesinde olan kesimler bile vardır. Bunlara rağmen kurtuluş savaşına hakim olan ideolojik motif milliyetçilik, ulusal kurtuluşçuluktur.
Kurtuluş savaşının tarihsel önemi, sadece ülkemizden emperyalizmi kovmasında değil, aynı zamanda, genç Sovyetler Birliği’nin emperyalistler tarafından kuşatılmasına karşı kalkan görevi görmüş olmasında ve dünyada ilk muzaffer ulusal kurtuluş savaşı örneği olmasıyla, diğer ezilen dünya halklarına da esin ve moral kaynağı olmasındadır.
Sonuç olarak denilebilir ki, Milli Kurtuluş Savaşımız tarihsel konjonktürde, muhtevası burjuva olmasına karşın, emperyalizmi geriletmiş, emperyalizme karşı çıkarları, ulusal kurtuluş kavgasında birleşen güçlerin savaşı olmuştur. Evet yakın sınıf mücadelesi tarihimizde, bir kısım Anadolu eşrafı ve toprak ağası, yani sömürücü egemen sınıfların bir kısmı, ilk kez. l. emperyalist paylaşım savaşının doğurduğu özel koşullarda, kısmen halkla bütünleşebilmiştir.
Ama burjuvazi boşuna böbürlenmesin. Ne bugünkü Türkiye oligarşisinin, işbirlikçiliğinden ve gizli emperyalist işgalin sürdürücüsü olmasından dolayı anti-emperyalistliğinden söz edilebilir; ne de bu anlamda, dünün ulusalcı güçlerinin, kendilerinin kökleri olduğunu iddia etme şansları vardır. Çünkü anti-emperyalizm misyonuna bugün burjuvazi değil, proletarya sahip çıkmaktadır. Bu misyonun gereği ise emperyalizme karşı savaştır.
Oligarşi, devrimcileri vatana ihanet içinde olmakla itham ederken, dünkü ihanet batağının kurutulamayan çukurlarından seslenmektedir. İhanet batağının pisliğini geçmişte Avrupa emperyalizmi oluştururken bugün ağırlıkla ABD emperyalizmi oluşturmaktadır. Egemen sınıfların ihanet tarihinde temelde bir değişiklik yoktur.
Bizler ihaneti açık işgal şartlarında yırtıp atan, Antep cephesinde, Aydın dağlarında, Adana ovalarında halklarımızın yaktığı ateşten işçi sınıfımızın tüm nicel ve nitel güçsüzlüğüne karşın İstanbul’da aldığı anti-emperyalist devrimci tavrın geleneğine sahip çıktık, ihanet bu mudur? Yoksa emperyalist İngiliz, Fransız, İtalyan işgalcilerinin ülke sokaklarını çiğnemelerine seyirci kalmak, alkış tutmak mıdır?
A) Kemalizmin Tanımı ve Kemalist Düşüncenin Kısa Evrimi
Kemalizm, niteliği burjuva olan 1923 devrimine, burjuvazinin önderlik edebilecek gücünün olmaması vb. nedenlerle, küçük-burjuva kesimlerin milliyetçilik temelinde devrime öncülük etmesi ve emperyalizme karşı aldığı radikal politik tavırdır. Bu niteliği ile Kemalizmi, ortaya çıktığı tarihsel koşullarda; Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın doğrudan ve dolaylı sonuçlarından ötürü, sol olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Küçük-burjuvaziye bu payeyi kazandıran, ya da onun sol olarak nitelenmesine yol açan şey, açık işgal koşullarında yüklendiği tarihsel misyondur.
Kemalizmin anti-emperyalist politik tutumunun abartılması, devrimcileri, özünde küçük-burjuva olan Kemalizm kuyrukçuluğuna; gerici, anti-demokratik ve baskıcı yanlarını abartmak, bu özelliklerini salt büyük komprador ya da tekelci burjuvaziye özgü sanmak ise, yanlış faşizm tespitlerine götürür.
Kemalistlerin içinde bulundukları tarihsel konjonktürde, burjuva ideolojisinden kurtulamamaları doğaldı; aksi ise, o günkü ulusal ve uluslararası koşullarda istisnai bir örnek olabilirdi. Bugünkü küçük-burjuva hareketlerle karşılaştırıldığında, Kemalizm farklı özellikler taşıyorsa, bunun nedenleri; bugün ülkemizdeki sosyalist güçlerin gücü, sosyalist sistemin varlığı, sosyalizmin dünya halkları üzerindeki prestiji vb.dir. Kemalistler de genel olarak, tüm küçük-burjuva hareketlerin ortak özelliklerini ve özgünlüklerini üzerinde taşır. Sınıfsal karakterlerinden dolayı, burjuva ideallerinden kurtulamamaları, devrim sonrası milli kapitalizm adına milli burjuva yaratma çabaları, emperyalizmin açık işgaline karşı aldıkları politik tutum birbirlerini bütünleyen sınıf tavırlarıdır.
Proletarya ideolojisinin tarihi, Kemalizmin tarihinden çok eskilere dayanmasına rağmen, bir proletarya devleti gerçeği yenidir. Emperyalizmin genç
Sovyet Devleti’ni kuşatmasına karşı, Sovyet proletaryasının verdiği mücadele ile, Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı, aynı momentte ortak düşmana karşı buluşmuş, dostluk ve somut dayanışma sağlanmıştır. Fakat Kemalistler sınıfsal karakterlerinden ötürü, proletarya devletine karşı olmuşlardır. Bu nedenle Kemalistler bir taraftan dayanışma gösterirken, diğer yandan belli bir mesafeyi sürekli korumakta, dahası onun gücünden korktuklarını saklamamaktadırlar. Emperyalist kapitalizme ise açık işgal nedeniyle düşmanlık beslemekte, fakat ülkenin toplumsal kurtuluşu için kapitalizm düşüncesinden kopamamaktadırlar. Kemalistler öznel olarak tercihlerini kapitalizmden yana yapmışlardır. Kemalistlerin tüm davranış biçimleri bu ikili karakterlerine uygunluk taşır. Sosyalistlerin gelişip güçlenmesi de burjuvazinin tekelleşerek işbirliğine yönelmesi de onun iktidarını tehdit edeceğinden, her ikisine de yaşam hakkı tanımak istemez.
Sınıf gerçeğini yadsır, “imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir millet” ideallerinden dem vurur. Bu demagojilerle avunur. Bu idealler günlük politikasına yön verir. Kemalizmin anti-emperyalist tavrı, emperyalizmle tüm ilişkileri kesmesi anlamına gelmemektedir. Fakat önemli olan siyasal anlamda tam bağımsız olmaktır. Ve ülke iç dinamiklerinin doğal evrimiyle gelişme olanaklarına kavuşmasıdır. Kemalizmin anti-emperyalist tavrı, bu siyasal bağımsızlığı sağlamış tır. Ona damgasını vuran ilericilik özelliği de siyasal plandaki bu radikal bağımsızlıkçı tavrından gelmektedir.
Kemalistler, tüm küçük-burjuva diktatörlüklerinde görüldüğü gibi, güçlü bir otoriteyle egemenliğini sürdürmüş ve bu yanıyla da baskıcı anti-demokratik ve gerici özellikleri taşımıştır. Özellikle kendini tehlikede hissettiği zamanlarda, sistemli baskı uygulamaktan kaçınmamıştır. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı gasp edilmiş ve Kürt halkı katliamlarla yüz yüze bırakılmıştır.
İşçi sınıfı anti-demokratik uygulamalardan nasibini alarak, yoğun baskı ve terörle susturulmuş, ekonomik, sendikal hakları tanınmamıştır, Kemalizmin bu özellikleri, küçük-burjuvazinin genel özelliklerine de uygundur.
Kemalist hareket feodalizme tavır almış, ancak bunu sonuna kadar kararlılıkla götüremeyerek, üstyapıda feodal kurumların ve ideolojinin etkisini kırmakla yetinmiştir. Nitekim üstyapıda sürdürülen radikal tavır sonucu, birçok kurum ve kuruluş 1923 devrimi sonrası ortaya çıkmıştır.
Kemalizme yön veren özellikler bunlar olmakla birlikte, onun kimliğinin oluşmasına etkide bulunan diğer olguları şöyle sıralayabiliriz:
1) Kemalistler iktidara esas olarak, halk yığınlarını örgütleyerek, aşağı dan yukarıya yükselen bir halk hareketi sonucu gelmemiştir. Osmanlı alt bürokrasisinin sivil-aydın kesiminin milliyetçilik temelinde, yukarıdan aşağıya geliştirdiği bir harekettir.
2) Kemalistler tasfiye edecekleri güçlerin önemli bir kısmıyla, ittifak kurmak zorunda kalmışlardır, (Anadolu eşrafı ve toprak ağaları)
3) Kemalistlerin uygulamak istedikleri kalkınma modeli kapitalizm olmuştur. Planlama konularında kısmen SSCB’den etkilenmeleri 1930 fardan sonradır.
4) Kemalistlerin siyasal teorilerinde bakış açısı burjuva ulusçuluğuyla sınırlıdır. Bu anlamda burjuva demokratik devrim girişiminin bir parçasını kapsar.
Bu muhtevalı bir hareketten sosyalizme yönelmesini beklemek yanlıştır.
5) O günkü tarihsel kesite, emperyalistler arası ilişki ve çelişkiler damgasını vurmuştur. Kemalistler, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanmış, fakat savaş sonrası bunu kazanımlara dönüştürememişlerdir.
6) Kemalist diktatörlük, kendine özgü bir yapısı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde yükselmiştir. Dolayısıyla, Osmanlı Devleti’nin bıraktığı mirastan etkilenmemesi nesnel gerçeklere aykırıdır.
Kemalist diktatörlük işçi sınıfına, tüm halka ve Kürt ulusuna karşı, bilinen gerici, baskıcı tavrını sürdürmüştür. Her talebinin karşısına dikilmiş ve halkı ezmekten kaçınmamıştır. Tüm demokratik haklar rafa kaldırılmış, hiçbir örgütlenmeye izin verilmeyerek demokratik gelişim engellenmiştir.
Kemalist hareket emekçi halka karşı böylesine gerici, anti-demokratik bir tavır alırken, burjuvaziye karşı tavrı nedir?
Devrim sonrası, burjuva sınıfı olarak sahnede Anadolu ticaret burjuvazisi ve İzmir İktisat Kongresi’nde ağırlığını duyuran İstanbul tüccarları vardır.
Toplumsal gelişme yolu olarak ülkeyi kapitalistleştirmeyi ve buna önderlik edecek olan milli burjuva sınıfını yaratmayı hedefleyen Kemalistlerin programı, özünde burjuva taleplerle çakışmaktadır. Devletin tüm olanakları milli burjuvazi yaratmak için seferber edilmiş ve Kemalist hareketin ekonomi politikasına bu amaç yön vermiştir.
Buradan yola çıkılarak, Kemalistlerin küçük-burjuvazi lehine hiçbir şey yapmadıkları söylenemez. Aksine Kemalist iktidar küçük üretimi yaygınlaştırarak, kapitalist girişimci ruhunu ateşlemek istemiş, diğer yandan küçük üretimi tekelleşmeye karşı koruma önlemleri almıştır. Fakat tekelleşmeyi önleyememiştir. Bunun da en somut ifadesi tüketim ekonomisinde görülmektedir.
Kemalist hareket, politik iktidarı ele geçirince tam bir diktatörlük kurmuş, emekçi yığınlar baskı ve zor ile hareketsiz bırakılmıştır. Sermaye birikimi için anti-demokratik tavır, devrimin uzunca bir sürecine yayılmıştır. Kemalist hareket kurduğu bu diktatörlükle yönetimini devam ettirme ve iktidarını korumak amacıyla baskı ve zor eğilimine yatkındır.
1923 devrimi ile birlikte, Kemalist hareket hiyerarşinin en üstüne oturmuş, yönetimi küçük-burjuva ve diğer burjuva fraksiyonlarıyla birlikte paylaşmıştır.
Ancak bu yönetimin esas ağırlığını Kemalistler oluşturmuştur. Tabii bu durum sürgit Kemalistler lehine olmamış, burjuvazi güçlendiği oranda yönetime ağırlığını koyarak kendi durumunu değiştirmiştir.
Sonuç olarak Kemalizm, bir burjuva sınıfının BDD’e önderlik etme gücünden yoksunluğu koşullarında, küçük-burjuvazinin emperyalizme ve feodalizme karşı radikal politik bir tavır alışının ifadesi olmuştur. Kurtuluş savaşına yön veren ana olgu da budur. Bu anlamda Kemalizm ne burjuva ideolojisi ne de gerici-faşist bir ideoloji olarak nitelenebilir. Kemalizm, emperyalizme karşı kurtuluş savaşını örgütleyen, ona önderlik eden küçükburjuva asker-sivil aydın güçlerinin nitelenmesidir, tanımlanmasıdır.
*Haklıyız Kazanacağız, Bölüm 5, Sayfa 213
FAŞİZM
- Faşizm nedir?
Dimitrov faşizmi şöyle tanımlıyor, “Finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.”
2) Faşizm hangi dönemin ürünüdür?
Dimitrov, “Faşizm, emperyalizm ve sosyal devrim döneminde, kapitalist burjuvazi ve diktatörlüğünün sınıf hakimiyeti sistemidir.”
Yani faşizm sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülemez…
Emperyalistler kendi çıkarları çerçevesinde buhranlarının bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemeye çalıştıkları için faşizme ihtiyaç duyarlar.
3) Tekelci burjuvazi ne zaman “kanlı bir diktatörlüğe” geçer?
Burjuvazi, yönetimini burjuva demokrasisi ile sürdüremediği koşullarda “faşizme geçiş” yapmıştır. Faşizmde burjuva demokrasisi rafa kaldırılır.
4) Klasik faşizme ve sömürge tipi faşizm ne demektir?
Klasik faşizm kapitalizmin gelişmiş olduğu Almanya, İtalya, Japonya gibi ülkelerde 1929 ekonomik kriziyle birlikte iktidar olmuştur.
Tekelci burjuvazinin en gerici kesimi üstün ırk, milliyetçi şovenist demagojilerle halkı aldatarak bir kitle tabanına sahip olmuştur.
Bu kitle tabanı ile tekellerin çıkarları için halk en ağır koşullarda çalıştırılmaya, sömürülmeye razı edilmiştir.
53 milyon insanın ölümüne neden olan ikinci paylaşım savaşı 1929 bunalımı sonrasında iktidara gelen faşist iktidarlar tarafından çıkartılmıştır.
5- Sömürge tipi faşizm nedir?
Sömürge ve yeni sömürgelerin yönetim biçimidir… En önemli ayırt edeci özelliği Sürekli olmasıdır…
Sömürge tipi faşizm neden süreklidir?
Birincisi; Ekonomik Kriz.
Yeni sömürgelerin ekonomisi emperyalist ülkelerle yapılan ekonomik anlaşmalar gereği Emperyalizme bağımlıdır… Ekonomik politikalar emperyalizmin çıkarlarına göre düzenlenir… Ve ülkemizde üretilen her şeyin yüzde 70’i emperyalist tekeller tarafından sömürülür… Emperyalistler kendi ekonomik bunalımlarını da bizim gibi ülkelerin üzerine yıkarlar…
Dolayısıyla bizim gibi yeni sömürge ülkelerde sürekli bir ekonomik kriz vardır.
İkincisi; Sosyal Kriz
Egemen sınıflar, bu krizi emekçi sınıflar üzerindeki sömürüsünü her geçen gün daha yoğunlaştırarak atlatmaya çalışmakta ve dolayısıyla sınıf çelişkileri alabildiğine derinleşmektedir. Çifte sömürü altındaki emekçi halk kitlelerinin yaşam şartları, günden güne güçleşmekte, açlık, yoksulluk, işsizlik ve benzeri biçiminde yansıyan sosyal kriz gelişmektedir.
Üçüncüsü; Siyasal Kriz
Ülkemizde kapitalizm emperyalizme bağımlı geliştirildiği için zayıftır… Tek başına iktidarı elinde tutamaz… Ve halka karşı toprak ağaları, tefeci tüccarlar gibi diğer egemen kesimlerle ittifak yapmak zorundadır…
Oligarşi dediğimiz bu ittifakın kendi aralarındaki çelişkiler zayıf ve istikrarsız bir siyasal yapıyı ortaya çıkarmaktadır. Egemen sınıfların emperyalizmden arta kalan sömürüden pay alma mücadelesi, sürekli bir hükümet bunalımının kaynağı olmaktadır. Her iktidar değişikliği yeni çatışmaları yaratmakta, kısa sürede yeni değişiklik yapma ihtiyacı doğmaktadır.
İşte bir bütün olarak bunlar, sürekli bir ekonomik, sosyal, siyasal krizi ortaya çıkartmaktadır.
Bu koşullarda devlet halkı gelişmiş kapitalist devletlerde olduğu gibi burjuva demokrasisi ile yönetemez….
Oligarşi iktidarını ancak faşist terörle sürdürmek zorundadır…
Bizim gibi ülkelerde faşizm süreklidir…
Mahir Çayan, bizim gibi ülkelerdeki faşizmi “sömürge tipi faşizm” olarak adlandırmıştır.
6- Ülkemizde faşizmin iktidara gelmesi nasıl olmuştur?
Almanya, İtalya ve Japonya’daki klasik faşizm örneklerinden temel olarak iktidar oluş biçimi farklıdır.
Kapitalizmin geliştiği Avrupa ülkelerinde faşizm, aşağıdan yukarıya siyasal bir hareket olarak örgütlenerek iktidara gelmiştir.
Bizim gibi ülkelerdeki ise faşizm, “aşağıdan gelen” bir hareket şeklinde değil, yukarıdan aşağıya devlet aracılığıyla örgütlenmek zorundadır ve öyle örgütlenmiştir.
Ülkemizin yeni sömürgeleştirilmesi aynı zamanda küçük burjuva diktatörlüğünün faşizme dönüştürülmesi dönemidir. Yeni sömürgeleştirme 1945’lerden itibaren başlayan bir süreçtir ve sömürge tipi faşizm de o dönemden bugüne vardır.
7) Sömürge tipi faşizmin açık ve gizli biçimleri nedir?
Sömürge tipi faşizm, iki biçimde icra edilir:
A)- Gizli ve açık faşizm
B)- Gizli faşizm
Faşizmin burjuva demokrasisi ile uzaktan yakından ilgisi olmayan demokrasicilik oyunu biçiminde icrasıdır. Göstermelik bir parlamento vardır.
Açık faşizm, demokrasicilik oyunun sürdürülemediği durumda başvurulur. Açık faşizm sürekli değildir, genellikle oligarşi ipin ucunu kaçırdığında başvurulur. Ordu yönetime el koyar, ipin ucu tekrar yakalanana kadar parlamento dahil her şey feshedilir. Tüm demokratik kurumlar kapatılır, haklar gasp edilir… Halk terörle sindirilir…
8) Gizli ve açık faşizm, günümüzde nasıl şekillenmektedir?
Oligarşi, 12 Eylül cuntası yönetiminde, tekrar tekrar cuntalara ihtiyaç duymamak için açık faşizmi kurumsallaştırmaya çalıştı. Böylelikle, cuntalara başvurmadan da açık faşizmin yöntem ve baskıları uygulanabilecekti. Böylece hem “demokrasi var” denilebilecek, hem de gerek duyuldukça açık faşizm uygulamalarına başvurulabilecekti. Nitekim, bugün tam da böyle yapılmaktadır.
12 Eylül işbaşında değilken, 12 Eylül’ün sürmesi de işte bunun sonucunda mümkün olmaktadır.
9) Faşizm kendine kitle tabanı yaratırken nelerden yararlanır?
Bütün faşist iktidarlar, birincisi belli bir kitle tabanına; ikincisi, devletin faşist yüzünü gizleyecek örgütlenmelere ihtiyaç duyarlar.
Faşizmin gerek aşağıdan yukarıya geliştiği ülkelerde gerekse de yukarıdan aşağıya inşa edildiği ülkelerde değişmeyen olgularından biri milliyetçiliğin kullanılmasıdır.
Çok uluslu, çok kültürlü Türkiye’de saf haliyle Hitler Almanya’sındaki gibi bir “üstün ırk” düşüncesinin yaşam bulamayacağı açıktır; bu anlamda ülkemizde şovenizm biraz daha farklı temellendirilmiştir. Linçler bu açıdan çarpıcı örneklerdir.
10) Faşizm dini nasıl kullanmaktadır?
Kitlelerin bilinçlenmesini engellemek, mücadeleyi geriletmek, halkı bölmek ve birbirine düşürmek için kullanmaktadır. Bu politikasını yaymak için de Kuran kurslarını, dini temelde eğitim veren okulların açılmasını, imam hatip liseleri tarikatları desteklemektedir.
11) Faşizm nasıl bir kültüre sahiptir?
Faşizm kozmopolit bir kültüre sahiptir. Emperyalizmin bireyci, yoz kültürüyle bütünleşmiş, inkar, demagoji, şovenizm ve gerici din kültürü üzerine kuruludur. Faşizm, çeşitli milliyetlerden halkların varlığını, dillerini, kültürlerini inkar edip bunları asimile ederek sadece Türk ulusu yaratma çabasına girmiştir.
12) Faşizmin yukarıdan aşağıya hakim kılındığı bizim gibi ülkelerde sivil faşist hareketlerin önemi nedir?
Sivil faşist hareketler, başlangıçta faşizmin bir kitle tabanına sahip olmadığı tüm yeni sömürgelerde örgütlendirilmiştir. Bu an-lamda ülkemizdeki sivil faşist hareket MHP de, faşist devlet aygıtının bir parçası olarak örgütlendirilmiştir.
Oligarşik devlet halkın her türlü hak arama eylemine, direnişine kendisi müdahale etmek, provokasyonları, katliamları çıplak olarak her zaman kendi yapmak istemez. Sivil faşist hareket işte bu noktada oligarşiler tarafından kullanılan güçtür.
13) Faşizm ve hukuk arasında nasıl bir bağ vardır?
Faşizmin de en genel anlamda “meşruluk” sorunu vardır. Meşruluğunu “kanun devleti” olmakta alır. Faşist bir devlet, sık sık kendi yasalarını çiğnese de bir örtüye de ihtiyaç duyar.
Ülkemizdeki hukuk da faşizmin hukukudur. Ve biçimsel olarak kimi burjuva demokratik hak kırıntılarının varlığı, bir parlamentonun ve seçimlerin olması, bu hukuku burjuva demokrasisinin hukuku yapmaz.
14) Faşist devletin yaklaşımındaki hangi noktalara dikkat edilmelidir?
Faşizmin yalan ve demagojilerini, asla küçümsememeliyiz. Tersine buna karşı yaygın bir ideolojik kavga yürütmeliyiz. Faşistler halkın tarihini de istismar ederler.
Buna da izin vermemeli, tarihe ve halkın kültürüne sahip çıkmalı, anlatmalı, öğretmeli, öğrenmeliyiz.
Yine, MHP’nin tabanı da dahil halk kesimlerine doğruyu gösterebilme perspektifiyle hareket etmeliyiz.
Faşizmin en çok kullandığı demagojiler vatan, millet, bayrak, ezan, halkın kültür ve değerlerini kullanmaktadırlar…
Biz bu kavramlar üzerinden faşizmin demagojilerini açığa çıkartıp gerzek yüzlerini teşhir etmeliyiz…
Örneğin vatanın gerçek sahiplerinin devrimciler olduğunu, gerçek vatanseverlerin devrimciler olduğunu anlatabilmeliyiz…
15) Faşizm bugün ülkemizde gerçek yüzünü nasıl gizliyor?
Yalan, demagoji, aldatmaca ve demokrasicilik oyunuyla. Halk düşmanı AKP de gelmiş geçmiş hükümetler gibi faşizmi sürdürürken demokrasicilik oyununa devam ediyor.
Görünüşe bakıldığında Türkiye’nin demokratikleşmesini iste-yen, 12 Eylül darbesinin katlettiği devrimcileri gözü yaşlı bir şekilde anan, Kürt, Alevi sorununda açılımlardan bahseden, kontrgerillaya karşı çıkıyor görünen bir iktidar var. Bu yalan kampanyasını boşa çıkarmak için ısrarlı olmalıyız.
16) Faşizmin yozlaştırma çabalarını nasıl boşa çıkarırız?
Kendi kültürel kurumlarımızı yaratarak, yozlaştırma politikalarına karşı mücadele ederek, halkı örgütleyerek, bu alanda alternatif örgütlenmeler yaratarak boşa çıkarabiliriz…
17) Faşizme karşı mücadelede başarı sağlanabilir mi?
Elbette başarı sağlanabilir… Faşizmi yenmenin onuru sadece devrimcilere aittir… Faşizm bütün halk kesimlerine düşmandır ancak faşizme karşı mücadelenin zaferi sadece devrimcilere aittir…
İDEOLOJİ: Kendi içinde bütünlüğü olan siyasî, iktisadî, sosyal sistem düşüncesine sahip, inanç, his ve fikir bütünü
Daha da kısası: Yaşam biçimidir…
– Gerçekten de, Marx, insanların iktisadi koşullarının, onların bilinçlerini, ideolojilerini belirlediğini söylemiştir