Şarlo ve Siyah Beyaz Düşleri… ( Charlie Chaplin )

Chaplin, 1914’ten 1952’ye kadar Amerika’da film çeker. “Sahne Işıkları” Hollywood’a çektiği son filmidir. Denilebilir ki, tüm bu süreç boyunca, Amerikan sinemasına hakim olan anlayışın dışında kalmıştır. Gerek filmleri ve gerekse de siyasal tutumlarıyla, adeta bir ayrık otu olmuştur. Kopartılmak, kurutulmak, kırılmak istenen bu “ayrık otu” çizgisinden taviz vermemiştir. Çünkü O, sıradan bir oyuncu değil, her şeyden önce aydındır. Böyle olduğu içindir ki, filmlerinde kapitalizmi değişik biçimlerde eleştirir. “Şarlo” tiplemesi, aslında bu eleştirinin sivri ucudur.

Elbette, Chaplin’in bütün filmlerinin konusu Şarlo’nun serüvenlerinden ibaret değildir. Örneğin, 1947 tarihli “Mösyö Verdaux”ta, Şarlo’nun karşıtı olan bir karakterle karşılaşırız. Mösyö Verdaux, bir burjuvadır. Mevcut varsıllığı Verdaux için yeterli değildir.

Bu nedenle cinayetler işleyerek, kurbanlarının parasını elde eder. Kısaca, “Mösyö Verdaux” kapitalizmin bireyci, bencil, yabancılaşmış, vicdanını yitirmiş toplumsal sistemine eleştirisidir Chaplin’in.

Filmlerinde şu ya da bu şekilde ama mutlaka kapitalizmi eleştiren Chaplin, bu tavrıyla burjuvazinin sinemacılar sürüsüne de dahil olmaz. Bugün örneğini pek sık gördüğümüz türden bir sanatçı değildir Chaplin. Kelimenin gerçek anlamıyla aydın bir sanatçıdır. Ülkemizde örneği çok olan, Hollywood özentilerine bir ders olacak sözler de onundur:

“… Son filmimin, Mösyö Verdaux’un bazı Amerikan sinemalarında ve özellikle New York’ta nasıl karşılandığını biliyorsunuz. Bazı çatlak seslerin beni ‘komünist’ ve ‘Amerikan aleyhtarı’ olarak nitelediğini biliyorsunuz. Bütün bunlar, sadece herkes gibi düşünmek istemediğim için. Hollywood’un güçlü efendileri her hoşlanmadıkları kimseyi saf dışı edebileceklerine inandıkları için…

İşte açıkça söylüyorum. Ben, Charles Chaplin, Hollywood’un can çekiştiğini ileri sürüyorum. Hollywood’un bir sanat olarak kabul edilen sinema alanında yapabileceği bir şey yoktur…”

ABD’nin Şarlo düşmanlığı

Görüldüğü gibi, bugün Bush’un dilindeki “ya bendensin ya bana karşı” dayatmacılığı, Bushgiller’in tarihsel yaklaşımıdır. Chaplin, kendisine muhalif olan herkesi hedefleyen bu dayatmaya boyun eğmemiştir. Zorbalık karşısında boyun eğmek bir yana, bedellerini göze olarak daha güçlü haykırmak, aydın karakterinin vazgeçilmezidir. Chaplin de böyle davrandığı için, Amerika’da “şeytan” ilan edilerek taşlanmıştır. Ama düşüncelerinden taviz vermemiştir.

Örneğin, emperyalist rekabetin yol açtığı ve halklara acı getiren 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı seferberliğinde Amerikan ordusuna yazılmayı reddeder. Tekellerin çıkarı için okşanan Amerikan milliyetçiliğine prim vermez. Halk düşmanlarının yanında saf tutmaz, çünkü o bir aydındır.

Kuşkusuz, Chaplin bir komünist değildir. Ama Ekim Devrimi özelinde komünizme ilgisiz de değildir. Dürüst bir aydının, sanatçının yapması gerektiği gibi davranır: “… Ben bir sanatçıyım. Hayat beni ilgilendirir. Bolşevizm de hayatın yeni bir evresi. O halde ona karşı ilgisiz kalamam…”

İlgisiz kalmadı da gerçekten. Nazi işgaline karşı, Sovyetler’e destek için çalıştı. Dahası, Avrupa’da Nazilere karşı ikinci bir cephe açılması için örgütlenen faaliyetler için de yer aldı:

“… Rusya’nın savaş meydanlarında, demokrasi yaşayacak ya da ölecektir. Müttefik ulusların geleceği komünistlerin elinde… Rusya sırtını duvara vererek savaşmaktadır. İttifakın en sağlam savunmasıdır bu duvar.”

Chaplin o en sağlam duvarın desteklenmesi için, Nazilere karşı ikinci bir cephe açılmasını talep edenler arasındadır. Fakat Amerikan iktidarı, Nazilerin sosyalizmi ezmesini istediğinden, henüz ikinci bir cephe açma düşüncesi yoktur. (Ne zaman Kızıl Ordu, Nazileri önüne katıp kovalamaya başlar, ABD o zaman Avrupa’ya çıkar.)

Chaplin’in bu aydın tavrı, Amerikan gericiliğinin tepkisini çeker. Chaplin, polis sorgusu, mali olarak boğmaya çalışma, filmlerinin yasaklanması ve hatta yaşlı annesinin sınır dışı edilmeye çalışılması gibi baskılarla karşılaşmıştır.

“… Dostlarım, Amerikalıların bu denli düşmanlığını kazanmak için yaptığım, bir uyumsuz-bağımsız olarak kalmam olmuştur. Komünist olmadığım halde, onlara karşı yürütülen eyleme katılmayı reddetmiştim. Doğal olarak, bu birçok kimseyi şaşırttı…”

McCarthycilik’in anti-komünist rüzgarına kapılıp, gericilikle uzlaşmadı Chaplin. Bu yüzden, Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi’nin karşısına çıkartılarak sorgulandı. Ama “uyumsuz” tavrını korumayı bildi. Dahası, kendisi de zor durumda olmasına rağmen, sınırdışı edilmek istenen komünist sanatçı H. Eisler’i savundu. Deyim yerindeyse, bir aydın olarak, Şarlo’nun cüretine sahipti Chaplin.

Amerikan iktidarı için, Şarlo’nun uyumsuzluğu bardağı çoktan taşırmıştı. Bu taşkında Chaplin’i boğmak için fırsat kolluyorlardı. Aradıkları fırsatı 1952’de buldular. Bir film tanıtımı için İngiltere’ye giden Chaplin’e ABD’ye dönüş vizesi verilmedi. Böylece ABD’den kovulan Chaplin, 1953 yılında İsviçre’ye yerleşti, 1977’de orada öldü. Ölen sadece Chaplin’in bedeni oldu. Çünkü fiarlo yaşamaya devam ediyor ve dünya döndükçe özgürlük için ölenlerin safında yaşamaya devam edecek…

Tavır Dergisi

Kaynakça:

1- Sinema Tarihi- Rekin Teksoy – (Oğlak Yayınları)

2- ŞARLO- Marcel Martin- (Bilgi Yayınevi)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar