Şeyh Sait Ayaklanması*

48- Kemalizmin Kürt Politikası Nedir?

Kurtuluş Savaşı bitmiş, Kemalistlerin Kürtlere ihtiyacı kalmamıştı. Otonomi, özerklik gibi vaatler unutulmuş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt halkına karşı inkar ve katliama yönelik devlet politikasının temeli atılmıştı.

İsmi Kürtçe olan yerleşim birimlerinin büyüklüğüne bakılmadan, isimleri Türkçe isimlerle değiştirilmiştir. Kürt dili Kürdistan’da dahil olmak üzere her yerde yasaklanmıştır.

Kemalistler, özü itibariyle ne emperyalizmle ne de feodal yapılarla arasındaki tüm köprüleri yıkmamıştır. Tercihini kapitalizminden yana yapan Kemalistler, sınıfsal desteklerinin zayıflığı ve Kurtuluş Savaşı’nda kendilerini destekleyen Kürt ağa, bey ve şeyhlerine diyet borcu olduğundan feodalizme karşı da tutarlı bir tavır alamamıştır. Bunun yanı sıra zaten Kürdistan’da feodalizmi çözecek bir sermaye birikimi, ulusal karakterli gelişmiş Türk burjuvazisi de olmadığından ister istemez Kürt feodalleriyle işbirliğine gitmiş, devlet otoritesini tanıyan, işbirlikçi Kürt egemenleri güçlendirilmiştir.

Kemalist politikalar karşısında, Kürt ayaklanmaları kaçınılmaz şekilde birbirini izlemiştir. Ancak ulusal bütünlüğü yaratamamış ve dar bir bölgeyle sınırlı kalmış, bu yerel ayaklanmaların hepsinde de Kürt halkı katliamlardan, sürgünlerden, ihanetlerden kurtulamamıştır.

49- Şeyh Sait İsyanının Önemi ve Sonuçları Nedir?

Şeyh Sait isyanı Cumhuriyet sonrası gelişen ilk Kürt ayaklanmasıdır.

Ulusal yanı açık olan Şeyh Sait İsyanı, Cumhuriyet’in ikinci yılında yani daha henüz Irak sınırının belirsiz olduğu bir dönemde gerçekleşmiş olması itibariyle ortaya çıkışı ve gelişimi kadar, sonuçlarıyla da oldukça önemlidir

Gizli olarak çalışan Kürt örgütleri 1923 yılı Mayıs ayında birleşerek “Kürdistan İstiklal Cemiyeti” (Azadi) adında bir örgütlülük yarattılar. Cemiyet’in başkanı Albay Cibranlı Halit Bey’di. Desteklerini almak için ilişki kurdukları Kürt aşiretlerinden en çok, Türkiye Kürdistanı’nda oldukça etkin bir nüfuza ve büyük bir servete sahip olan Şeyh Sait’le ilişki geliştirmeye önem verilmişti. 1923 yılı yazının sonlarına doğru Yusuf Ziya Bey, Şeyh Sait’le görüşmek için Hınıs’a gitti. Yapılan görüşmelerde hem bilgi alışverişi hem de gerçekleştirilecek olan Kürt isyanının birlikte örgütlenmesi ve bir eşgüdüm sağlanması konusunda anlaşıldı.

Xosmik aşireti önde gelenlerinin de isyan hazırlıklarını hükümete bildirmesiyle hükümet harekete geçti. Mustafa Kemal’in bizzat verdiği emirle Yusuf Ziya Bey ve Cibranlı Halit Bey 1924 Ekim’inde yakalanarak sıkı güvenlik önlemleriyle askeri mahkemede yargılanmak üzere Bitlis’e götürüldüler. Bu tutuklamaların ardından Şeyh Sait, AZADİ örgütünün başkanlığına seçildi. Cemiyet ayaklanma ve tutuklanan Kürt yöneticileri kurtarma kararı aldıysa da 1925 Mart’ında Yusuf Ziya Bey asıldı. Cibranlı Halit Bey ise kurşuna dizildi.

Ayaklanma için Newroz Bayramı olan 21 Mart 1925 kararlaştırılmıştı. Şeyh Sait, Kürt aşiretlerinden destek toplamak için geziler düzenliyordu. 5 Şubat 1925 günü yanındaki yüzlerce silahlı atlı ve birçok aşiret reisiyle kardeşi Abdurrahim’in Ergani Kazası Piran köyünde bulunan evine geldi. 8 Şubat’ta bir Türk müfrezesi Şeyh Sait’in yanında bulunan bazı Kürtlerin arandığını ve bunların kendilerine teslimini istedi.

Şeyh Sait, ayaklanmanın zamanından önce başlamaması için oyalama yoluna gitti ama müfrezenin ısrarcı olmasıyla çatışma başladı. Ayaklanmada böylelikle başlamış oluyordu.

Ayaklanma Kürdistan’ın birçok yerine yayıldı. Genç, Lice, Hani, Ergani ele geçirildi. İlerleyen Kürtlerin önlerine koydukları hedef Diyarbakır’ın ele geçirilmesiydi. Diyarbakır’ın kurulacak olan Kürdistan Devleti’nin başkenti olması düşünülüyordu.

22 Şubat gecesi Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nda, ayaklanma bölgesinde sıkıyönetim ilan edilmesi kararı alındı.

25 Şubat günün de 15 Nisan 1923’te kabul edilmiş olan 556 nolu “Vatana İhanet Kanunu”nun 1. maddesin de yapılan değişiklikle dini esaslar üzerine siyasi cemiyet kurmak ve siyasi amaçlara varma doğrultusunda faaliyet yürütmek hainlik olarak tanımlandı.

İktidarda bulunan Fethi Bey hükümetinin ayaklanmayı bastırmada yeterli iradeyi gösteremediğinin düşünülmesi, hükümetin istifa etmesine kadar ilerledi. 3 Mart’ta İsmet İnönü yeni hükümeti kurdu. İsmet İnönü, hemen meclisten bir Takrir-i Sükûn Kanunu çıkartmış ve iki tanede İstiklal Mahkemesi kurdurtmuştu.

Nisan ayı ortalarında ayaklanmacıların temel güçlerinin etrafı Genç Ovası’nda sarıldı ve bozguna uğratıldı. 15 Nisan günüde Şeyh Sait ve ayaklanmanın önde gelen isimlerinden 26 kişi Murat Çayı üzerinde yakalandılar. Başsız kalan ayaklanmacılar Muş’un 45 km kuzeybatısında bulunan Şerafettin Dağı’na çekildiler. Burada kıstırılan kuvvetlerin büyük bir kısmı katledildi.

Şeyh Sait Ayaklanmasının bastırılabilmesinin başlıca nedenleri olarak şunları söyleyebiliriz; – Aşiretler arasında birlik yoktu. Bundan da ötesi bazı aşiretler orduya adam ve lojistik olarak yardım etmişti. – Güçlü bir örgütlülük yoktu. – Ordu ile ayaklanmacıların güçleri arasında eşitsizlik vardı. 40 bin Kürt ayaklanmacısına karşı 200 bin asker ve 12 uçak ayaklanmacılara karşı harekete geçmişti.

Şeyh Sait ve ayaklanmanın diğer önde gelen isimleri, Diyarbakır İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkemeler 1 ay sürdü. 29 Haziran günü açıklanan kararda Şeyh Sait’in de aralarında bulunduğu 47 kişi idam cezasına çarptırıldı. İdam kararı ertesi gün uygulandı.

Şeyh Sait’in idam sehpası önündeki son sözleri “Tabii hayat sona erdi. Kendimi milletimin yolunda feda ettiğime hiçbir şekilde pişman değilim. İleride torunlarımızın bizden dolayı düşman önünde utanç duymamaları bizim için yeterlidir.” (M. Arseneviç Haretyan, K. Mashar Amad, 1925 Kürt Ayaklanması Syf.38) oldu.

Şeyh Sait Ayaklanması, feodal bir toplumsal zeminde, dini bir liderlik altında aşiretlerin küçük burjuva diktatörlüğe karşı ulusal içerikli taleplerle ayaklanmasıdır.

Şeyh Sait Ayaklanmasıyla ilgili olarak öne sürülen iddialardan bir diğeri de ayaklanmayı İngiliz emperyalizminin Musul petrolleriyle ilgili olarak Kemalizm’i zayıf düşürmek için tertiplediği, ayaklanmanın sonuçları itibariyle İngiliz emperyalizmine yaradığıdır. Bu görüşe dayanılarak da Şeyh Sait Ayaklanmasına gerici yaftasını asmaktadırlar. Şeyh Sait ayaklanmasında İngiliz emperyalizminin kışkırtmaları vardır. Ama ayaklanmanın niteliğini belirleyen emperyalizmin kışkırtmaları değil, hareketin güçlü ulusal ve demokratik yanlarıdır.

50- Musul Sorunu Nasıl Çözüldü?

1925 yılında patlak veren Şeyh Sait ayaklanması Lozan antlaşmasında daha sonraya ertelenen Musul sorunun “çözümünü” hızlandırdı. Sorunun çözümünde taraf olarak Türkiye ve İngiliz emperyalizmi görülüyordu.

Oysa Musul bölgesindeki nüfusun büyük bir kısmını Kürtler oluşturuyordu ve Kürtler ne Türkiye’ye ne de Irak’a bağlanmak istemiyorlardı.

Bunun en açık göstergesi Irak’ta İngiliz emperyalizmine ve işbirlikçi Irak yönetimine karşı gelişen Mahmut Berzenci Hareketi, Türkiye’de ise sonu gelmez ayaklanmalardı.

15 Aralık 1925 günü, Milletler Cemiyeti Kurulu’nda yapılan kapanış oturumunda, ‘Brüksel Hattı’nı, Türkiye ile Irak arasında sınır hattının temeli olarak kabul etti ve Büyük Britanya’ya, Irak’ı 25 yıl boyunca manda yönetimi altında bulundurma hakkı tanıdı.

51- Şeyh Sait Ayaklanmasından Sonra Kürdistan’da Devletin İdari Yönetimi Nasıldı?

Kürdistan’daki baskılar arttırılarak, 27 Haziran 1927’de Umumi Müfettişlik kuruldu. 1948 yılına kadar faaliyetteydi.

Görev sahası şöyleydi:

“1. Genel Müfettişlik: Diyarbakır, Urfa, Mardin, Siirt, Van, Hakkari, Bitlis, Muş

2. Genel Müfettişlik: Çanakkale, Edirne, Tekirdağ, Kırklareli

3. Genel Müfettişlik: Ağrı, Kars, Erzurum, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Çoruh

4. Genel Müfettişlik: Tunceli, Bingöl, Elazığ, Erzincan” (İsmail Beşikçi/ Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim jenosidi/ Syf.32)

Umumi Müfettişlik, bölgedeki tüm valileri, askeri erkanı, memurları ve belediye gibi yerel idari birimleri kontrol ve komuta etme yetkisinde olan güçlü bir otoriteye sahipti. Yasama organlarına müdahale edebilir, memurların tayinleri üzerine karar verebilir, salt görev bölgesindeki askeri birlikleri değil, gerekli gördüğünde çevre illerdeki askeri birlikleri de kendi kontrolü altına alabilirdi.

21 Haziran 1934’de Mecburi İskan Kanunu çıkartıldı. Bu kanunla, Kürtlerin yaşadığı alanlara Türklerin yerleştirilmesi, Kürtlerin ise Türklerin yaşadığı batıdaki yerleşil yerlerine göç ettirilmeleri uygulamaya sokulmuştur. Amaç, Kürtleri Türkleştirmektir. Kürtler her istedikleri yerde iskan edemez hale gelmiştir, yasaklanmıştır.

*Kürt Halkının Tarihi (Boran Yayınları) kitabının Sorularla Kürt Tarihi bölümünden alınmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar