Tarihe Yön Veren, Tarihi Yöneten Öfkedir – Sınıf Kini

Direnişin Sesi’nde 4 Ekim Çarşamba günü yayınlanan, Devrimci İşçi Hareketi ve Türkan Albayrak’ın telefon bağlantısı ile konuk olduğu programda işçi direnişleri (Agrobay Seracılık, Trendyol direnişçileri ve Şişli Direnişi) ve sınıf kini üzerine sohbetlerin olduğu bölümün kaydını sizlerle paylaşıyoruz.

SINIF

Toplum, sınıflardan oluşur. Sınıf; toplumsal zenginlikten aldıkları paya göre, toplumsal konum ve yerleri birbirinden farklı olan topluluklara denir.

Sınıfın en özlü tanımını Lenin yapmıştır: “Tarihsel olarak belirlenmiş toplumsal bir üretim sistemi içindeki yerine; üretim araçlarıyla (çoğu zaman yasalarla belirlenmiş) ilişkilerine, emeğin toplumsal örgütlenmesinde oynadıkları role ve toplumsal zenginliklerden aldıkları payın büyüklüğüne ve bu paya hangi araçlarla sahip olduklarına bakılarak birbirinden ayrılan geniş insan topluluklarına sınıf denir.”

Ezen ve ezilenin, zengin ve yoksulun olduğu bir toplumda; üretim araçlarına sahip olanlar ve üretim araçlarından yoksun olanlar yani sömüren ve sömürülenler olmak üzere iki ayrı sınıf vardır.

Sınıflar Nasıl Ortaya Çıktı?

Sınıfların henüz ortaya çıkmadığı ilkel topluluklarda, insanlar yaşamlarını sürdürebilmek için gerekli olan ihtiyaçlarını ortaklaşa çalışmayla karşılıyorlar ve tüm topluluk üyelerine eşit olarak paylaştırıyorlardı. Bu toplumsal düzen, üretici güçlerin gelişmesiyle yerini yeni bir üretim ilişkisine bıraktı. Üretim araçlarının gelişmesiyle topluluğun her üyesi ortalama bir güçle kendi yaşamları için gerekli şeyleri üretmeye başladı. İş bölümünde en işlevsel olanlar, elde edilenlerden daha büyük pay almaya başladılar.

Zamanla toprak ve sürüler üzerinde özel mülkiyet oluşmaya başladı. Aletlerin gelişimi ve emek üretkenliğinin artması ile birlikte çok daha önemli bir değişim yaşandı. Önceleri kabileler arasındaki savaşlarda, esir alınanlar öldürülüyordu. Emek üretkenliğinin artmasıyla tutsaklar öldürülmeyip çalıştırılmaya başlandı. Savaş tutsakları kendi tükettiklerinden daha fazlasını üretiyorlardı…

Böylelikle ilk zenginleşme kaynağı ortaya çıktı. Kölelerin ürettiklerinin fazlası, köle sahiplerine gidiyordu. Toplumun bir kesimi, tutsakların emeğini sömürmeye başlamıştı. Başkasının yararına çalışıp artı-ürün yaratan savaş tutsağı kölelerle, kölelerin emeğini sömürüp zenginleşen köle sahipleri iki ayrı sınıftı artık.

Kölelere ve üretim araçlarına sahip olan efendiler, topluluğun sıradan üyelerini, çiftçileri, çobanları ve zanaatçıları da sömürüp köleleştirmeye başladılar. Böylece toplum, üretim araçlarını elinde bulunduran köle sahipleri ve üretim araçlarına sahip olmayan, sömürülen köleler olmak üzere iki ayrı sınıfa bölündü.

Tarihte görülen sınıflı toplumlar: köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve sosyalist toplumdur. Her sınıflı toplumda temel iki sınıf vardır. Bu temel sınıflar köleci toplumda, köleler ve köle sahipleridir. Feodal toplumda temel sınıflar; feodal beyler yani büyük toprak sahipleri ve topraksız köylülerdir. Kapitalist toplumda ise; burjuvazi ve proletaryadır. Sosyalist toplumda da sınıflar bulunmaktadır. Bunlar; proletarya, köylülük ve küçük burjuvazinin çeşitli katmanlarıdır. Ancak sosyalist toplumdaki farklı sınıf ve katmanlar arasında sömüren ve sömürülen ilişkisi yoktur. Proletarya diktatörlüğünde ifadesini bulan sosyalizm, aynı zamanda sınıfsız topluma komünizme geçiş sürecidir. Sosyalizm ileriye taşındıkça sınıflar da varlıklarını yitirecektir.

Burada eski üretim ilişkisinin temel sınıfı olup, yeni üretim sisteminde tali duruma düşen sınıflardan da sözedilebilir; bunlara temel olmayan sınıflar diyoruz. Bunların bir kısmı zamanla sınıf olma özelliğini de yitirip katmanlara, daha küçük topluluklara dönüşür. Örneğin, köylülük feodal dönemin temel sınıfıdır. Kapitalist dönemde ise köylülük temel olmayan bir sınıf haline gelmiştir. Kapitalist toplumda temel sınıflardan biri olan burjuvazi, feodal dönemde temel olmayan bir sınıftı. Temel olmayan sınıf; kendi üretim düzeninin dışında, başka bir üretim düzeninde yer alan sınıftır.

Bir de sınıf niteliği taşımayan serbest meslek sahipleri gibi toplumsal kesimler vardır. Bunlar da toplumsal katmanlar olarak adlandırılır.

1848 yılında Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da kapitalizmle birlikte toplumsal üretim ve yaşamda etkin hale gelen modern sınıfları şöyle anlatılıyor:

“Feodal toplumun çökmesiyle oluşan modern burjuva toplumu, sınıf karşıtlığını ortadan kaldırmış değil. Yalnızca, eskilerin yerine yeni sınıflar, yeni ezme koşulları, yeni mücadele biçimleri getirmiştir.

“Ne var ki burjuvazinin dönemi olan çağımızın başlıca özelliği, sınıf karşıtlıklarını basitleştirmiş olmasıdır. Giderek toplumun tümü birbirine düşman iki safa, birbirine doğrudan karşıt iki büyük sınıfa ayrılıyor: Burjuvazi ile proletarya.”

Manifesto’nun 1888 tarihli baskısına Engels yazdığı dipnotta burjuvazi ve proletaryayı şöyle tanımlıyordu:

“Burjuvazi deyince, toplumsal üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran ve ücretli emeği sömüren modern kapitalistler sınıfını anlıyoruz. Proletarya, deyince ise, kendi mülkiyetinde üretim aracı bulunmadığından, yaşayabilmek için işgücünü satmak zorunda olan modern ücretli işçiler sınıfını anlıyoruz.”

Manifesto’da iki temel sınıf böyle tanımlanırken diğer toplumsal kesimler ya da sınıf katmanlarından da bahsedilir. Örneğin;

“Bugüne kadarki küçük orta kesimler, küçük sanayiciler, küçük tüccar ve rantiyeler, zanaatçı ve köylüler, tüm bu sınıflar, kısmen küçük sermayeleri büyük sanayiye yetmediğinden büyük kapitalistlerle rekabet edemedikleri için, kısmen de ustalıkları yeni üretim tarzları karşısında değer yitirdiği için, proletaryanın içinde bulurlar kendilerini. Böylece proletaryaya, toplumun her sınıfından katılım olur.”

İnsanlık tarihinde toplumların sınıflara bölünmediği ve sınıfların olmadığı toplum ilkel komünal toplumdur. İlkel komünal toplumda insanlar doğa şartlarına, yabani hayvanların saldırılarına karşı koyabilmek ve yaşamlarını sürdürebilecek şeyleri elde etmek için bir arada olmak zorundaydılar. Bu ilk insanların oluşturduğu topluluk sınıfsız, insanın insanı sömürmediği, özel mülkiyetin olmadığı bir topluluktu. Bu toplumda insanlar yaşamları için gerekli olanları ortaklaşa çalışıp üretiyor ve ürettiklerini ortaklaşa, eşit biçimde bölüşüyorlardı…

Tarihsel olarak ezen ve ezilen arasındaki sınıf savaşımı ilkel komünal toplumdan sonra köleci topluma geçişle başladı ve günümüze dek sürüyor. “Sınıf savaşımı, sınıfların ekonomik 13durumlarının ve çıkar çelişkisinin kutuplaşmasının sonucudur.” (İlkel, Köleci Feodal Toplum, Syf: 75, Sol Yayınları)

Bu kutuplaşmanın nedeni özel mülkiyetten başka bir şey değildir. Çünkü ezen sınıf sömürüyle, zorla gasp ettiği mülkiyeti kaybetmemek için, ezilen sınıf da zorla gasp edilen, sömürülen emeğinin karşılığını almak için savaşmaktadır.

SINIF TAVRI

Sınıf tavrı, proletaryanın bilimsel ideolojisini, bilimsel bir anlayış ve yöntemle ele almaktır. Proletaryanın ideolojisi Marksizm-Leninizm’dir. Sınıf tavrı bu anlamda, proletaryanın Marksist-Leninist ideolojisini burjuvazi karşısında savunmak ve hayata geçirmektir. Proletaryanın ideolojisi, sosyalizm için sınıf mücadelesi yürütmeyi, bu mücadelenin sonucunda proletaryanın iktidarını kurmayı ve sosyalizmi inşaa etmeyi ve giderek sınıfsız topluma, komünizme geçmeyi öngörür.

Sınıf tavrı; sınıfın çıkarları ve tarihsel hedefleri doğrultusunda bıkmadan, usanmadan, yılmadan mücadele etmektir.

Sınıf tavrı, örgütlenmek, gücünü birleştirmektir.

Sınıf tavrı, ben değil, biz demektir.

Sınıf tavrı, her türlü burjuva ideolojisini, kültürünü, ahlakını, değerlerini reddetmek, devrimci ideoloji, kültür, ahlak ve değerlerle hareket etmektir.

Sınıf tavrı, düşünce ve eylemde devrimci olmaktır.

Sınıf tavrı, Marksist Leninist ideolojinin önderliğinde yürümektir.

SINIF BİLİNCİ

Sınıf bilinci, tüm gelişmelere iki ayrı sınıfsal cephenin tarafından biri olarak bakabilmektir.

Ezilen-sömürülen bir emekçinin “sınıf bilincini” kavraması demek; kendi kurtuluşunun kapitalist sömürü düzenini ve asalak burjuva sınıfını yok etmekten geçtiğini, yeni bir dünya gücüne ve niteliğine yalnızca ait olduğu sınıfın sahip olduğunun farkında olması demektir. Geniş kitleler bu sınıf bilincini mücadele içinde kazanacaklar, kendilerine anlatılanları pratik içinde görüp, sınayarak kavrayacaklardır.

Gelişmeler içinde kendini, o cephelerden biriyle birlikte göremeyenlerin doğru bir tutum belirlemeleri de mümkün değildir.

Sınıfsal bakmak, sınıflar mücadelesinde yerini, safını, kim olduğunu, kime karşı neden, nasıl ve hangi araçlarla, ne için savaştığını bilmektir.

Yani proletarya ideolojisiyle donanmaktır.

Proletaryanın ideolojisi; sosyalizm için sınıf mücadelesi yürütmeyi, bu mücadelenin sonucunda proletaryanın iktidarını kurmayı ve sosyalizmi inşa etmeyi ve giderek sınıfsız topluma, komünizme geçmeyi içerir.

Her sınıf gündeme gelen her olaya kendi sınıf çıkarlarına göre bakar. Sınıf bilinci işçinin iki sınıfın arasındaki çıkar çatışmasını, çelişkilerini ve bu çatışmaların uzlaşmaz olduğunu kavramasıdır.

Burjuvazinin de sınıf bilinci vardır ve oldukça güçlüdür. Burjuvazi sınıf bilincini iktidarı aracılığıyla edinir. Sömürü düzeninin kuralları, burjuvazide işçi sınıfı ve halka karşı acımasız olmayı, en küçük bir örgütlenme ve mücadeleyi en acımasız şekilde bastırmayı öğretir.

Burjuvazi kendi sınıf bilincini çıkarları doğrultusunda şaşmaz bir katılıkla ve kesinlikle uygular. Her şeyin kendi çıkarına olmasını gözetir. Kitleleri aldatarak sınıf bilincini bulanıklaştırmayı ve kitleleri sınıf kavramından uzaklaştırmayı amaçlar.

İşçi sınıfında ise sınıf bilinci ilk başta pek gelişmiş değildir. Keskin çelişkilerle sınıfsal olarak ikiye ayrılmış bir toplumda, bir tarafın lehine olan, öbür tarafın aleyhinedir. Biri için iyi olan öteki için kötüdür.

Sınıf bilinci kavramı bir sözlükte şöyle tanımlanmıştır; “Kendi sınıfının toplumdaki yerini ve özelliklerini bilimsel olarak kavramaktır.” Buna göre ezilen-sömürülen bir emekçinin “sınıf bilincini” kavraması demek; kendi kurtuluşunun kapitalist sömürü düzenini ve asalak burjuva sınıfını yok etmekten geçtiğini, yeni bir dünya gücüne ve niteliğine yalnızca ait olduğu sınıfın sahip olduğunun farkında olması demektir. Geniş kitleler bu sınıf bilincini mücadele içinde kazanacaklar, kendilerine anlatılanları pratik içinde görüp, sınayarak kavrayacaklardır.

Bu bilinç zamanla, işçi sınıfına kurtuluşun kapitalizm koşullarında mümkün olmayacağını, emeğin kurtuluş yolunun Marksizm’den geçtiğini gösterecektir.

Sonuç olarak sınıf bilinci; ait olduğun sınıfı ve bu sınıfın çıkarlarının ne olduğunu bilmek ve yapmaktır. Bir başka ifadeyle kim olduğumuzu, kime karşı, kim için, neden savaştığımızı bilmektir.

Bu bilinç bizden çalınanları geri alma bilincidir.

SINIF İDEOLOJİSİ

“Toplumların, sınıfların, çeşitli topluluk ve grupların siyasi hukuki, kültürel, ahlaki, dinsel, felsefi görüş ve düşüncelerinin sistemleşmiş haline ideoloji denir.”

Yani her sınıfın, yaşamın içinde oluşan düşünceleri, kültürü, siyasal, ekonomik duruma ilişkin değerlendirmeleri belli bir düşünsel süreç sonunda sistemleşir ve ideoloji dediğimiz olgu şekillenir. İdeoloji, sistemli bir hal almasına paralel olarak da o sınıfa ait kesimleri etkileyip yönlendirmeye başlar. Bir yaşam biçimine dönüşür.

Ezen ve ezilen sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte, her sınıf kendi ideolojisini ve yaşam biçimini oluşturmuştur. Ve bu iki ideoloji, iki yaşam biçimi, ortaya çıktığı günden beri sürekli savaş halindedir.

İdeoloji bir silahtır; sınıflar bu silahla birbirini vurur.

Yaşadığımız çağda iki temel sınıfa bağlı iki temel ideoloji vardır.

Burjuva ideolojisi

Proletarya ideolojisi

İşçi sınıfına bu ideoloji silahını kazandıran Marks ve Engels’tir. Hiç kuşkusuz işçiler, kapitalist sömürüye karşı daha önceden mücadele ediyorlardı. Daha önceden kapitalizm karşısında işçi sınıfına ait çeşitli düşünceler vardı. Ancak bunlar henüz sistemleşmemiş, kendi iç bütünlüğüne ve mantıki sonuçlarına ulaşmamış düşüncelerdir. Marks ve Engels bu sürecin tamamlayıcısı oldular.

Proletaryanın ideolojisi bilimsel sosyalizm yani Marksizm-Leninizm’dir.

Her sınıfın ideolojisi kendi yaşam koşullarına bağlı olarak oluşmaktadır.

Çünkü, düşünceyi şekillendiren, maddi yaşam koşullarıdır.

İdeoloji üretim ilişkilerine, üretim rejimine göre şekillenir, yani yaşam koşullarıdır ideolojiyi oluşturan.

“Kulübede, saraydakinden başka türlü düşünülür” denir, yani kulübede yaşayanlarla, saraylarda yaşayanların düşünceleri de farklıdır.

Ya da örneğin, bir patronla, bir işçinin düşünceleri de aynı değildir. Patron daha fazla sömürmek isterken, işçi emeğinin karşılığını almak ister.

SINIF ÇELİŞKİSİ

Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişme, her toplumun temel çelişmesidir.

Ve üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki bu çelişki, her zaman iki temel sınıfın çelişkisi biçiminde yansır.

Emek-sermaye arasındaki çelişki, çağımızın dünya çapındaki temel çelişkisidir.

Bu çelişkinin pratikteki tezahürü “kapitalizm güçleri ile sosyalizm güçleri arasındaki” çelişki, emperyalizm cephesi ile halklar cephesi arasındaki çelişki gibi çeşitli biçimlerde kendini ortaya koyar.

Emek cephesi egemen hale gelmediği sürece bu temel çelişki devam ediyor demektir.

Sınıflı toplumlardaki temel sınıf çelişkisi, köleci toplumda köleler ve köle sahipleri arasındaki çelişkidir.

Feodal toplumda feodal beyler ve serfler arasındaki çelişkidir. Kapitalizmde burjuvazi ve proletarya arasındaki çelişkidir.

SINIFLAR MEVZİLENMESİ

Marksist-Leninist literatürde, sınıfların mevzilenmesi diye ifade edilen şey, bir bakıma dostların ve düşmanların tasnif edilmesidir. Devrim yolunda kimleri yanına, kimleri karşısına alarak yürüyeceğinin tespitidir.

Düşmanın net ve açık tanımlanmasıyla; emekçileri devrim hedefinden uzaklaştıracak her türlü uzlaşmaya ve teslimiyete kapılar kapatılmış olur. Mevzilenme, devrimde çıkarı olan sınıf ve katmanları bir tarafa, çıkarları düzenin sürmesinde olanları karşı tarafa koyar.

Kendini bir savaşın içinde gören herkes, bir düşman kavramına da sahip olmak durumundadır. Çünkü adı üstünde bir savaş varsa o savaşta taraflar da vardır. Ve savaşın tanımı ve doğası gereği taraflar birbirinin düşmanıdır.

SINIF SAVAŞIMI

Sınıf savaşımı, tarihteki en uzun süreli, en kesintisiz ve en yoğun savaştır. İki sınıf arasındaki uzlaşmaz çelişkilerden doğar. Bir birini yok edene kadar da sürer.

Bu iki taraf, yani uzlaşmaz biçimdeki düşman sınıflar, politik, askeri, ekonomik, kültürel her alanda kesintisiz bir biçimde savaş halindedir. Her alan bu savaşı kıyasıya, birbirini “yoketme” hedefiyle sürdüğü cepheler durumundadır. Sınıf savaşının temeli sömürü düzenleridir. Çünkü sömürü sınıfsal çelişkilerin temelidir. Sınıf savaşı, ideolojik, ekonomik, politik cephelerde cereyan eder.

Burjuva ideolojisine ve saptırmalarına karşı proletaryanın devrimci savaşı ideolojik bir savaştır.

İşçi ve emekçi sınıflarının hayat ve çalışma şartlarını düzeltme şeklindeki günlük mücadelesi ekonomik bir savaştır.

Sınıfların iktidarı hedef alan mücadelesi ise politik savaştır.

Burjuva ideolojisine ve yalanlarına karşı, devrimci ideoloji ve gerçekler savaşır. Burjuva ideolojisinin temeli sömürü düzenini meşrulaştırmak ve halkı sömürü düzenine ikna etmek, devrimci ideolojinin temeli halkı sömürü düzenine karşı örgütlenmeye ve savaştırmaktır.

SINIF KİNİ

Ustamız bize “Unutmayın, sınıf kininden daha sağlam bir pusula yoktur” diye öğretmiştir. Her şeyi unutabilirsiniz, yollarda kaybolabilirsiniz, korkabilirsiniz ama en sevdiklerinizin yokluğunu kimse unutturamaz… Buradaki pusulamız onlardır. Şehitlerimiz bizim pusulamız olmalıdır.

Sınıf bilinci ile sınıf kini elbette farklı şeyler ama aralarında diyalektik bir bağ vardır. Yeterli birikim oluştuğunda, yani tarihsel bir anda, eğer buluşabilirse kin ile bilinç, dünyayı değiştirebilirler. Fakat kin buluşamazsa bilinçle (ki tarihte çok rastlanan bir durum), dünyayı nasıl değiştirir bilinmez ama yine de yakıp yıkacağı kesindir.

Sınıf bilinci, pratik içinde kavraya kavraya ve ikna ede ede gelişir. Birken iki, ikiyken dört olur. Yoktan var edilir; dışardan, örgüt ile verilir.

Kin ise sınıflı toplumlarda potansiyel olarak zaten vardır. Nasıl bir coğrafyada fay hatları varsa orası bir deprem ülkesidir, bir toplumda da keskin sınıf farklılıkları varsa, orada kinin zemini var demektir. Yani kin içseldir. Birinin vermesi gerekmez, içinde bulunduğun toplumsal koşulların dışavurumudur. Ve beklenmedik bir anda, beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilir.

Kin, sevginin tarlasında büyür!

“Kin” için TDK sözlüğünde; “Birine karşı duyulan öç alma isteği, garaz” deniliyor. Kızgınlık, öfke gibi duyguların en üst aşaması olarak da günlük yaşamda karşımıza çıkmaktadır. Ancak kızgınlık, öfke gibi duygular bir şekilde yumuşatılabiliyor, “kin” de ise yumuşama pek yaşanmaz.

Öte yandan “sevgi” ise sözlüklerde; “İnsanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu” diye tanımlanır.

Görüldüğü gibi, “kin” ve “sevgi” zıt gibi görünen, gerçekte ise birbirini karşılıklı besleyen iki duygudur.

Kin, düşmanlık; sevgi ise dostluk ve bağlılık duygusudur. Çelişki gibi görünse de biri diğerinin varlık koşuludur.

Devrimciler insana dair her duyguyu çok yönlü yaşar, yaşamalıdır da. Ancak halk sevgisi ve sınıf kini güçlü birer duygu olmanın ötesinde, sınıfsal bakış açısına, ideolojik netliğe sahip olmak demektir aynı zamanda. Temelinde sosyalist bilinç, devrime inanç, halka karşı duyduğumuz gerçek sevgi yatar.

Sınıflı bir toplumda yaşarken, duygu ve düşüncelerimizden, kin duygusunu söküp atmak demek, tabiri caizse “evcilleştirilmiş” olmaktır. Oysa burjuvazi sömürüsünü, en sefil çıkarlarını ayakta tutmak için gözünü kırpmadan vahşete başvuran bir sınıf kinine sahiptir. Burjuvaziden iyi niyet, merhamet, adalet beklemek onu tanımamak, düşman olarak görmemektir.

Çünkü adaletsizliklerin esas sebebi ve sorumlusu burjuvazidir. Üreten ve yaratan halklara düşmandır. Halk, onlar için ihtiyaç halinde kullanılacak canlı bir alettir. Böcek kadara değeri yoktur, kin ve öfke duyar. Örgütlenmesin, sınıf bilinciyle hareket etmesin diye elinden geleni yapar; çünkü varlığını buna borçludur.

İşte bu yüzden bizler de burjuvazinin bize duyduğunun bin katı bir kin ve öfkeyle bilenmeliyiz. Savaşmak için bu gereklidir. İlk fırsatta hesap sorma isteğiyle yanmayanlar savaşamaz.

Bizim intikam duygumuz ve hesap sorma isteğimiz düşmandan çok daha fazla, gelişmiş olmalıdır. Çünkü bizler düşmanda olmayan bir özelliğe, adalet ve intikam duygusuna sahibiz. Adaletli olacağız; Halklarımıza, yoldaşlarımıza yapılan hiçbir şeyi unutmayacağız. İntikam alacağız.

Sınıf kiniyle hareket etmeyenler adil ve adaletli olamaz, düşmanından hesap soramaz. Çünkü adalet gerçeğin en çıplak halidir. İntikam, öç almadır. Yapılan kötülüğe karşılık vermektir. Sınıf kininin canlı kalmasını ve devamlı büyümesini sağlayan şey intikam duygusudur.

İntikam ve adalet birbirini tamamlayan kavramlardır. İçinde intikam ve sınıf kini olmayan adalet yoktur. “İntikamcı olmayalım, hukuk yoluyla sorunu çözelim” çağrıları yapanlar, “intikam kötüdür” diyenler, halkın adaletinin karşısında yer alıp burjuva adaletinin yanında saf tutanlardır ve vicdanlarını burjuvazinin yoz düzenine teslim edenlerdir.

Diri diri yakılan 6 kadını, bir avuç küle dönen yoldaşlarımızı, Seyhan Doğan’ı, bitişik atışla katledilen Devrim Top’u, İnanç Özkeskin’i, 17’sindeki Dev-Gençli Sıla’yı… Asla unutmayacağız.

Maraş’ta karnı deşilen anaları, Sivas’ta yakılan sanatçıları, uyuşturucuyla zehirlenen çocuklarımızı, maden ocaklarına gömülen insanlarımızı… Asla unutmayacağız.

Ormanlarımızı yakan, madenlerimizi satan, ülkemizi emperyalizmin çiftliği haline getiren, halklarımızı aç, yoksul bırakan işbirlikçileri asla unutmayacağız.

Düşmanı yeterince tanımayanlar, sınıf kini ile hareket etmeyenler, uzlaşmaya ve ihanete kapılarını sıkı sıkıya kapatamazlar. Bunlar, değil devrimci, vefalı bir dost bile olamazlar.

Cesedi günlerce sokakta kalan Taybet Ana’yı, ölmüş evladını derin dondurucuda saklamak zorunda kalanları, bodrumlarda ölüme terkedilen, panzerlerin ardında sürüklenen, kulaklarından, burunlarından koleksiyon yapılan Kürt çocuklarını unutanları, düşmanlarıyla uzlaşanları da unutmayacağız.

Kin duygusunu kaybeden uzlaşır. Düzene döner, değerlerini yitirir, yozlaşır. İnsanlar sadece çatışmalarda ya da katliamlarda yok olmazlar. İnandığı, savunduğu değerleri yitiren, onlara ihanet edenler de yok olurlar, hiçleşirler.

Çünkü bir insanı insan yapan, halk sevgisi, onur duygusu, adalet duygusu, namus duygusudur. Bu duyguları taşıyanlar haksızlığa, adaletsizliğe, onursuzluğa, namussuzluğa öfke duyar.

Halkı seviyorsak burjuvaziden nefret ediyoruz demektir, ortası yoktur. Çünkü burjuvazi halkın düşmanıdır. Dolaysıyla düşmana duyduğumuz nefretin büyüklüğü halka duyduğumuz sevgimizin büyüklüğü kadardır.

Fakat halkı sevmek için halkı tanımak gerekir. Halkın tarihini bilmek; tarihte ne yapmış, nasıl yaşamış, nasıl düşünmüş ve nasıl savaşmış; kimlerle dost, kimlerle düşman olmuş, gelenekleri, ahlakı, sevdaları, düşmanlıkları nasıl şekillenmiş vs. Tüm bunları bilmek ve öğrenmektir tanımak. Tanımadan, bilmeden sevgi oluşmaz.

Bin yıllar içinde yaratılan değerlerin güzelliklerini öğrendiğinde onun içinden geldiğini ve bir parçası olduğunu kavradığında, kendin olduğunu bilince çıkardığında seversin. Çünkü senden olanı sevmek ve sahiplenmek en doğru ve doğal olanıdır.

Her sınıf kendinden olanı sever. Burjuva burjuvayı, halk halkı sever.

Sevmek; halk için yaşamak, halkın çıkarlarını savunmak, halka karşı olan saldırılara göğüs germektir.

Sevmek, savaşmaktır. Ancak güçlü bir sınıf kinine sahip olanlar sever ve savaşabilir.

İşkencehanede, kuşatma altında, çatışmada iradeyi çelikleştiren, düşmanı yenilgiye uğratan sınıf kinidir.

Sınıf kini; şahısları değil, şahısların dahil olduğu sınıfları hedef alan ve yıkıcı değil, yapıcı olması amaçlanan bir olgudur.

Sınıf kini; halklara karşı işlenmiş suçların doğurduğu, tarihe yaslanan bir duygudur.

Sınıf kini; hafızamızdır.

Binyıllardır yaşadıklarımızı unutmamaktır.

Sınıf kini; tarih bilgimizdir.

Sınıf kini; bize yaşatılanların hesabını sorma isteğidir.

Sınıf kinini söndürmüş insan, halka yönelecek yeni katliamların işbirlikçiliğine soyunacak kadar soysuzlaşmıştır.

Sınıf kini olmadan sınıf düşmanlarıyla savaşılmaz. Kin ve öfke yoksa o savaşta ruh yoktur, istek yoktur, kararlılık yoktur, kazanma azmi yoktur. Ruhsuz, cansız bir savaş kazanılmaz.

Sınıflar savaşında bize kılavuzluk eden en güçlü duygulardan biridir sınıf kini. Zira savaştığın ve ortadan kaldırmaya çalıştığın sınıfa karşı kin ve öfkeden gayrı beslediğin her duygu, seni ona yakınlaştıracak, düşmanınla uzlaştıracaktır.

Kinin azalmaya başladığı yerde düzene dönüşün kapısı da aralanır. Bu aralık en sert kayaları bile parçalayan küçük çatlaklardır.

Bizim sınıf kinimizi ayakta tutan, ilkel bir öfkeden ayıran ve hedefe ulaştıracak olan şey sınıf bilincidir. Sınıf bilincinden yoksun bir kin fireni patlamış bir araç gibidir… Hızla ilerler, kontrolsüzdür ve çoğu zaman sonu hüsran olur.

Sınıf bilincini büyüten ideolojidir. İdeolojik netliği ve sağlamlığı olmayanlar, burjuva ideolojisinin etkisi altına girer ve sınıf kinini yitirirler. Dolaysıyla sınıf kini, bu ideolojiye uygun davranmak, kendi sınıfının çıkarları için savaşmaktır.

Sınıf kini; insanlığın kurtuluşu kavgasında, devrimi gerçekleştirmek için kullandığı en güçlü silahıdır.

Önderimizin deyimi ile SINIF KİNİ, TARİHE YÖN VEREN TARİHİ DEĞİŞTİREN KİN’dir.

Tarihinin gördüğü en uzun savaş, sınıf savaşıdır. Var olan iki sınıftan, biri diğerini yok edene kadar sürecektir.

İKİ SINIFTAN BİRİSİ VARSA ÖTEKİSİ YOK DEMEKTİR. İKİSİ BİR ARADA OLMAZ; BURJUVAZİNİN DEĞERLERİ VARSA DEVRİM YOK DEMEKTİR.

İKİ SINIF VARDIR; İKİ SINIFIN İKİ AYRI PROGRAMI, İKİ AYRI SİSTEMİ, İKİ AYRI KÜLTÜRÜ, İKİ AYRI DEĞERLERİ VARDIR.

BİRİ YOK OLMADAN DİĞERİ VAROLMAZ. BİRİ ÖLMEDEN DİĞERİ YAŞAMAZ!

İŞTE, BİZİM İÇİN SINIF KİNİ BU NETLİKTE OLMALIDIR.

BİZİM SINIF KİNİMİZ; ÖLMEKLE ÖLDÜRMEK ARASINDAKİ TERCİHTİR.

Bu nedenledir ki; sadece sınıf kiniyle savaşanlar zafer kazanır, tarihe yön verir ve tarihi değiştirir.

Biz tarihi kanla yazıyor, yeni bir yaşam kuruyoruz. Rotamız, sömürücü sınıfların yok edildiği, ezen ve ezilenin olmadığı; sınıfsız, sömürüsüz, sosyalist bir düzendir.

Kin ve öfkemiz de ancak o zaman bitecektir!

O güne kadar kinimizi, öfkemizi ve umudumuzu büyütmeye devam edeceğiz. Umutsuz, coşkusuz, sınıf kininden yoksun bir devrimcilik yoktur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar