Halk Okulu Eğitim Dizileri LGBT-İ broşüründen her hafta bir bölüm yayınlayacağımız yazı dizimizin giriş bölümünü paylaşıyoruz.
Giriş:
“LGBT’nin gökkuşağı renklerinden oluşan dev bayrakları, coşkuyla Tünel’e ilerledi. Megafonla slogan attıranların ‘Neredesin aşkım?’ sorusuna cevap, binlerce kişiden ‘Buradayım aşkım’dı. Evet, oradaydılar. Karşısındakinin düşüncesini, inancını, cinsel tercihini, yediğini, içtiğini, giydiğini, giymediğini tartışmayan onbinler, LGBT Onur Yürüyüşü’nde yan yana yürüdü. ‘Bundan sonra asla yalnız yürümeyeceksin’ dercesine…”
Haziran Ayaklanması günlerinde gerçekleşen LGBT’nin “Onur Yürüyüşü” eylemini böyle yazıyordu gazeteler. “Asla yanyana gelmezler denilen gruplar yakınlaştı, birbirini anlamak için daha çok çaba sarfetti “ diye veriyorlardı haberi.
“LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel) 1 Temmuz’ da Taksim meydanında toplandı. Onbinler destek için oradaydı” diye döndü reklamlar. Taşıdıkları “lolipoplarda” yani dövizlerde Türkçe, Kürtçe, Arapça, “Aşk Örgütlenmektir “, “Translar Vardır “, “Dönmeyiz”, “Yasak ne ayol“, “Genel ahlaksızlık“, “Direniyoruz ayol“ yazıyordu. En sık attıkları slogan “TOMA’lara göğüs geren, işte benim Zeki Müren“ sözleriydi. Ve Alperen Ocakları’nın önünden geçerken onlara el sallayarak “Faşizme Karşı Omuz Omuza“ sloganı atıyorlardı.
Kimdi bunlar? Doğal mı bu olanlar?
Hayır doğal değil bunlar. Meşru görülemez bunlar dediğimizde, “Eşcinsellerin ezilen bir kesim olduğunu nasıl görmezsiniz. Onlar devrime en yakın kesim.” Diyerek karşı çıkıyorlar bize. Hatta şöyle temellendirenler bile var: “Devrimi gerçekleştirecek olan, toplum dışına itilmiş zenciler, azınlıklar, eşcinseller, serseriler, vb. kesimlerdir”.
Çevremizde her geçen gün daha da yaygınlaştırılan ve kanıksatılan bu durum toplumsal olarak bir ilerleme mi? İlk nerede, nasıl ortaya çıktı? Yoksa insanın doğasında hep var mıydı? Bir ideolojisi var mı, kökenleri neler? Devletin, Sol’un yaklaşımı nasıl?
Bu sorulara cevap arayacağız.
Sorularımızı cevaplamaya geçmeden önce bu başlığı bir hikaye ile bağlamak istiyoruz.
Adamın biri bir terziye gelmiş ve bir takım elbise denemiş. Aynanın önünde dururken yeleğin alt kısmının bir parça eğri-büğrü olduğunu fark etmiş. ‘’Ah“ demiş terzi, “bu konuda endişelenmeyin. Sadece daha kısa olan ucu sol elinizle aşağıya doğru çekiştirin, kimse bir şey fark etmeyecektir.“
Müşteri bunu yapmaya çalışırken ceketin klapasının, düz duracağına kıvrıldığını fark etmiş.“A, o mu?“ demiş terzi. “Bu hiçbir şey değil, sadece kafanızı biraz çevirin ve çenenizle aşağıya doğru bastırın.“
Müşteri razı olmuş ve bunu yaparken pantolonun iç dikişlerinin biraz kısa, arkanın da epey sıkı olduğunu hissetmiş. “A, bu konuda endişelenmeyin“ demiş terzi. “Sadece iç dikişlerini sağ eliyle aşağıya doğru çekin, her şey mükemmel olacak.“ Müşteri razı olmuş ve takımı satın almış. Ertesi gün terzinin yapmasını söylediği tüm el-çene düzeltmeleriyle birlikte yeni takımını giymiş. Çenesi klapayı aşağıya doğru bastırırken, bir eli yeleği çekiştirir ve öteki eli ise belinin altını kavrar bir şekilde aksayarak parktan geçiyormuş. İki yaşlı adam dama oynamayı bırakıp onun yoldan geçişini seyretmeye başlamışlar. “Vay canına“ demiş birincisi. “Şu zavallı sakat adama bak!“
İkinci adam bir an düşünmüş, sonra mırıldanmış: “Evet, sakatlık çok kötü, ama benim merak ettiğim ne biliyor musun? Böyle güzel bir takımı nereden aldı acaba?
Tıpkı bu hikayede olduğu gibi egemenler on yıllar öncesinden battıkları yozluk çukuruna, kapitalizmle birlikte, halkları itmek istiyorlar. Tıpkı bu elbisede olduğu gibi, olmayan bir elbiseyi, özgürlük diye, farklılık diye pazarlıyor. İnsanları hastalıklı bir ruh haliyle ucubeye çeviriyorlar.
Sonuç: özgür seçimini yaptığını zanneden, mutsuz, umutsuz insanlar!