Yabancılaşmanın ve Mücadeleden Kaçışın Sonucu Olarak LGBTİ Tartışmaları ve Tercihi – 3

Halk Okulu Eğitim Dizileri LGBT-İ broşüründen her hafta bir bölüm yayınlayacağımız yazı dizimizin 3. bölümünü paylaşıyoruz.

EŞCİNSELLİK EGEMEN SINIFLARIN İÇİNDEN HALK KESİMLERİNİN ARASINA NASIL SOKULDU?

“Cinsel yaşamın dizginlenmemesi burjuvacadır, çöküş belirtisidir” diyor Lenin.

Eşcinsellik, sevginin değil zorbalığın, eşitliğin değil baskı ve adaletsizliğin, kısaca sömürünün doruğa ulaştığı koşullarda doruğa ulaşmıştır. Neden? Bu bir rastlantı mıdır?

Bugün dünyanın birçok yerinde kadın, erkek ve eşcinsellere yönelik cinsel baskı, saldırı, önyargı ve ayrımcılık uygulamaları günlük olaylardandır. Ancak diğer yandan da Meksika’dan Güney Afrika’ya, Kanada’dan ABD’ye, Hollanda’dan İsveç’e… dünyanın birçok yerinde eşcinsellere evlilik izni verilmektedir.

Eşcinselliği, cinsel tercih özgürlüğünü teşvik edip önünü açan da, onları aşağılayıp ayrım yaratan da kapitalist düzendir.

AİHM, cinsel tercih özgürlüğüne müdahaleyi, insan haklarına müdahale olarak değerlendirmektedir.

“İngiltere parlamentosu komisyonu lezbiyen, gay, biseksüel, trans ve interseks bireylerin (LGBTİ), İngiltere’ye iltica başvuruları esnasında güçlük çektiklerini gündeme getirdi. Komisyon, LGBTİ bireyler göçmenlik bürosu yetkililerine sığınma başvurusu yapan LGBTİ bireylerin “son derece şahsi cinsel faaliyet içinde gösteren” fotoğraf ve videolarını buralara teslim ettiğini ifade etti.” (13Ekim 2013- Bir Gün gazetesi).

Bir yandan böyle ayrımcılık politikaları hüküm sürerken emperyalizm her geçen gün eşcinselliğin ideolojik propagandasını en geniş olanakları kullanarak yapmaktadır. Örneğin, “kült“ filmler arasında sayılan OPEN filmi trans kadınların birbirleriyle yaşadığı “aşka” hayranlığı veya gay ilişkileri anlatıyor. Ve bu film 2010 yılında, 60. Uluslararası Film Festivali’nde en çok gösterimi yapılarak, festivalin Teddy Ödülleri’ni de Jüri Özel Ödülü’nü de alıyordu.

İktidara gelen eşcinsellerin haklarına öncelik tanıyacağını ilan etmekte, bu konudaki “özgürlükçü” düşüncelerini açıklamaktadır. Her yıl geleneksel olarak dünyanın birçok yerinde “Gay Pride” diye ilan edilen, ülkemizde “Eşcinsellerin Onur Yürüyüşü” adı altında yürüyüşler düzenlemekte “her öpücük bir devrim” sloganıyla yüzbinler toplanmaktadır. Ve tam da kapitalizmin istediği gibi cinsellik ön plana çıkarılarak, devrim bir “öpücüğe” indirgenmiştir.

İnsana ve doğaya yabancılaşan, insana ait bütün duygu ve istemlere gem vuran sömürü düzeni, tüm çürümüşlüğüyle insanı, doğayı ve toplumu da çürütmekte, yıkmaktadır. Sovyetlerden sonra Doğu Bloku ülkelerinin de kapitalizmin fuhuş batağının, ‘90’lı yıllarda bu ülkeleri nasıl sardığını hep birlikte gördük.

Milyonlarca insanın ağır ve sağlıksız çalışma koşulları altında aldıkları düşük ücrete veya işyerinde yaşanan örgütlenme haklarının gasp edilmesine ve geleceksiz bırakılmasına bakılmaksızın toplumsal kurtuluşu böyle bir cinsiyetçiliğe indirgemek tam da kapitalizmin işine yarayan bir durumdur. Emperyalist sömürünün devam ettiği koşullarda bireylerin özgürleşebilmesi mümkün değildir. Örneğin: Filipinler’de insan sömürüsünün devam ettiği, açlık-yoksullukla boğuşulduğu, etnik ve dini çatışmalarda her gün onlarca insanın öldüğü bir toplumsal durumda Eşcinsel Partisi kurulmuştur. Bu partinin tüzüğünde ve talepleri arasında porno üzerindeki sansürün sonlanması, eşcinsel evliliklerin ve uyuşturucu kullanımının serbest bırakılması gibi maddeler vardır. Özgürlükler bu tür örgütlenmelerle mi elde edilecek? Elbette ki hayır.

Kapitalizm, erkek ve kadın cinselliğini metalaştırmıştır, bir mal gibi alınıp-satılabilir hale getirmiştir. Yozlaşma ve çürüme aşamasındaki kapitalizm, insan üzerinde kurduğu ağır baskı ve sömürü sonucu, kitlelere cinselliği dayatmakta, fakat bunu yaparken hem insan hem kendi cinsiyle cinsellik dışı doğal ve sıradan birlikteliğini ortadan kaldırmakta, hem de karşı cinsle arasında herhangi bir yakınlaşma ve dayanışmanın önüne geçmektedir. Cinsler ve hemcinsler arasında, en yakın ve en yalın birliktelikleri sonlandırarak insanı yalnızlaştıran kapitalist düzen, erkek ve kadın eşcinselliğini kitlelere bir özgürlükmüş gibi dayatarak insan ilişkilerini metalaştırmıştır.

Geçmişten günümüze, zengin ve yoksul için eşcinsellik bir özgürlük değil, servet dağılımı ve cinsler arasındaki eşitsizliğin bir dayatması, tutsaklıktır.

Özgürlük somut bir kavramdır: insanın, doğal, sınıfsal istek ve gereksinimleri üzerine oturmaktadır. Kapitalist sistemin iş bölümüyle dayatılan zorunlu çalışma ve faaliyet alanı, bireysel olarak kişinin zihinsel ve sosyal gelişimine ve mutlu olmasına engeldir. İnsan artık insanlığa yabancılaşmaya başlamıştır. Daha çok üretimle daha fazla kar sağlama tutkusuyla insan, elverişsiz, sağlıksız ve dayanılmaz koşullarda durmaksızın üretirken, fiziksel, ruhsal, duygusal ve duyusal yitime uğramaktadır. Yani insan artık bir mal haline gelmiştir.

Eşcinselliğin egemen sınıfların içinden halk kitlelerinin arasına girmesi özellikle 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra karşımıza çıkar. Bu durumun Emperyalist 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra gelişmesi dikkat çekicidir. Çünkü emperyalizmin iktidarını kaybedeceği korkusu en çok bu yıllardan sonra onu sarmıştır. Ve tarihte olmadığı kadar her alanda önlemler almaya çalışmıştır. Çünkü kitleler sosyalizm ve sosyalizmin kazanımlarıyla birlikte kapitalizmin çirkin, çürümüş, asalak, insanlık düşmanı yüzünü daha iyi kavramaya başlamış, Sovyetler’in faşizme karşı verdikleri insan üstü mücadele büyük ve geniş bir sempati yaratmıştır. Kitlelerin düzene karşı memnuniyetsizliği artmıştır. Dünyanın 1/3’ü emperyalist pazarın dışına çıkmıştır. Birbiri ardına gerçekleşen devrimler emperyalizmin sömürü ağını parçalanmıştır.

Lenin, daha 1900’lü yılların başında ilan etmişti bu durumu: Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır!

Emperyalistler bu tehlikeye karşı her alanda ideolojik, kültürel, fiziki, sosyal… saldırıya geçecek, tarihin akışını engellemeye, sonunu geciktirmeye çalışacaktı.

Yazılı ve görsel medya bu alanda etkin olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Kitleler iktidar hedefinden koparılmakta, daha fazla depolitize etmek için cinsellik, pornografi belirli merkezlerden, sinema, dizi, reklam vb yöntemlerle bombardımana tutulmuştur.

Ülkemizde bu tarz filmlerin sinemalarda yer alması 1975’li yıllardır. Zeki Müren’ler bu dönemlerde ortaya çıkmıştır ve pohpohlanmıştır. 1975-79 yılları Yeşilçam sinemasının düzeysizleştiği, seks filmlerinin yaygınlaştığı yıllar olmuştur. Aynı şekilde gazino ve pavyonlarda eşcinsel, travesti ve transseksüeller artık çoğunluğu oluşturmaya başlamıştır.

Ülkemizde eşcinselliğin, cinsel sapkınlıkların ve yozlaşmanın devlet politikası olarak özel olarak yaygınlaştırılması, meşrulaştırılmasında 12 Eylül 1980 Amerikancı Askeri Faşist Cunta bir dönüm noktasıdır.

Türkiye halkları eşcinsel, homoseksüel, travesti, gay, lezbiyen, heteroseksüel gibi kavramlarla 12 Eylül 1980 Amerikancı Askeri Faşist Cuntası sonrasında tanıştı. Zeki Müren’in mini etekle uçaktan indiği görüntüler herkesin aklındadır. Eşcinsellik artık sanatçı alameti olarak sayılmaya başlanmış, Zeki Müren, Bülent Ersoy gibi “sanat güneşlerimiz“ ortaya çıkarılmıştır.

12 Eylül faşist cuntası aynı günlerde “bir silindir gibi” halkın üzerinden geçmeye çalışıyordu. 12 Eylül askeri faşist cuntası, yükselen devrimci muhalefeti ezmeye çalışırken, bir yandan da eşcinsellik yaygınlaşmaya, bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Bu dönemde eşcinsellik emperyalizm tarafından bir ihraç malı olarak topluma dayatılmıştır.

12 Eylül askeri faşist cuntasının yüzbinlerce kişiyi gözaltına alıp, işkencelerden geçirirken, yüzlerce devrimci, ilericiyi sokakta, dağda, hapishanelerde, işkencehanelerde katlederken eşcinsellik konusunda “özgürlükler“ bahşetmesi noktasında, “NEDEN?“ sorusunu sormadan geçemiyoruz. Bu kadar kişi işkenceden, katliamlardan geçirilirken, eşcinselliğin böyle pazarlanması, üzerinde düşünülmesi gereken bir noktadır.

Ve belirtmeden geçemeyeceğimiz bir noktada şudur: Türkiye solunun büyük kesimi, 12 Eylül 1980 Faşist Cunta yıllarında “kadın sorununu” keşfetti. Özellikle 2000’li yıllarda ise “eşcinselliği” keşfetti. Bu durumda üzerinde düşünülmesi gereken bir başka noktadır.

Faşist cunta yolu açmıştı artık. Kendi yolunu yapamayanlar, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin açtığı yolda ilerleyecekti. Yozlaşmanın en büyük savunucuları demokrat, ilerici etiketli “aydın” ve “sanatçı”lardı. Yozlaşmanın halka yayılmasının önü bu aydın ve sanatçılarla ve “sol”la açıldı, açılıyor.

Dergiler, romanlar, filmler… Bir yandan piyasaya sürülen yüzlerce kitap… Dizilerde, reklamlarda sürekli dönen kareler… Çokça bilinen Türk filmlerinden Ağır Romanlar, İstanbul Kanatlarımın Altındalar ve sayılabilecek onlarca örnekle eşcinselliğin propagandası yaygın olarak yapılmıştır…

Ve bugün gelinen aşama ortadadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar