Halk Okulu Eğitim Dizileri LGBT-İ broşüründen her hafta bir bölüm yayınlayacağımız yazı dizimizin 7. bölümünü paylaşıyoruz.
EŞCİNSELLİĞİN KÜLTÜREL, İDEOLOJİK VE SINIFSAL TEMELLERİ
Eşcinselliğin kültürel, ideolojik, sınıfsal dayanakları nelerdir? Bu cinsel sapkınlık neden sınıflı, sömürücü toplumlarda ve egemen sınıf içinde gelişmiştir?
Eşcinsellik, cinsel sapkınlıklar kapitalist toplumla başlamayan ancak onunla doruğa çıkan bir olgudur.
Kapitalist toplumla başlamamıştır ÇÜNKÜ eşcinselliğin, cinsel sapkınlıkların temelinin ideolojik ve sınıfsal olduğu; daha doğrusu sınıfsal farklılık ve eşitsizliklere dayandığı için tüm sömürücü, sınıflı toplumlarda kendine zemin bulmuştur.
Kapitalizmle doruğuna ulaşmıştır ÇÜNKÜ kapitalizm sınıfsal farklılık ve eşitsizliklerin en uç boyutta yaşandığı sınıflı ve sömürücü bir düzendir.
Sınıflı sömürücü toplumların temel özelliği eşitsizliktir. Sınıfsal eşitsizlik, cinsel eşitsizlik, kadın-erkek arasındaki eşitsizlik, topluluklar arası eşitsizlik vb…
Eşcinsellik temel olarak sınıfsal eşitsizliklerin ortaya çıktığı ve arttığı koşullarda ortaya çıkmış ve giderek boyutlanmıştır. Yani sınıflı toplumlarla birlikte, ve egemen sınıfların içinde ortaya çıkmıştır.
Eşcinselliğin eski çağın bütün hakim sınıflarının kültüründe olduğunu yazılı kaynaklardan biliyoruz. Avrupa’da Yunan, Roma, Bizans uygarlıkları, Asya’da Asur, Sümer, Emevi, Çin, Osmanlı toplumunda hakim sınıflar içinde yaygın örnekler vardır.
Yunanlı tarihçi Heredot, Perslerin “genç oğlanlarla ilişki kurma kültürünü Yunanlılardan aldığını” belirtir.
Hakim sınıflar bu kültürlerini sonraki egemen sömürücü topluluklara ve sınıflara devrederek gelmiş ve günümüzde bunu tüm halka yaymaya çalışmışlardır.
Yabancılaşmanın bir biçimi olarak insanın kendi türünü üretmesine yabancılaşması olduğunu söylemiştik. Cinselliği bir piyasa değeri haline getiren kapitalizm yabancılaşmayı da doruğuna çıkarmıştır. Sonuç karşı cinse yabancılaşmaktır. Eşcinsellik bu zeminde gelişmektedir.
Yabancılaşma cinsel aşkı ortadan kaldırmıştır. Aşkın temelinde insanın üreme güdüsü olan cinsellik vardır. Ancak aşk sadece cinsellikten ibaret değildir. Bu durum cinsellik boyutuyla insanı hayvandan ayıran temel noktadır. Aşk cinsellikle birlikte yaşanan duygusal, zihinsel birleşimdir. Eşcinsellik vb gibi cinsel sapkınlıkların aşk vb diye nitelenmesi bu duruma, yani insanın özüne aykırıdır.
Geçmişten bugüne yaşanan tek eşlilik veya çok eşlilik, ahlakla veya doğal etkenlerle değil, tamamen toplumsal, sınıfsal, ideolojik etkenlerle açıklanabilir.
Örneğin köleci toplum da kölenin ikinci işlevi efendisinin cinsel kölesi olmasıydı. Erkeği olabildiğine üstün kılmış olan bu toplumsal yapı, kadını üretimden soyutlayarak toplumdan dışlamış, onu aşağılamıştır. Toplumsal üretimden dışlanan kadın, geri ve kültürsüz, eğitimsiz bırakılıyordu. Kadın, artık yalnızca çocuk üretmekle yükümlüydü.
Kadının toplumdan dışlanmışlığı ve erkekle eşit kabul edilmemesi sonucu erkek kadının boşluğunu doldurmak üzere, kültürel olarak eşiti kabul ettiği hemcinsine yönelmiştir. Bu durumda cinsel ilişki ve aşkı da hemcinsiyle yaşamıştır. Bu, bireysel bir seçim değil, sınıfsal bir zorunluluktur. Yani, köleci toplum bir yandan kadını aşağılarken bir yandan da erkeği kendi doğasından koparmıştır.
Efendisinin koynuna girmek zorunda olan bir köle için eşcinsellik, bir “cinsel kimlik” ya da “cinsel özgürlük” değil, köleci toplumun sınıfsal yapısı dolayısıyla, efendisinin aynı zamanda cinsel olarak da kölesi olması sonucudur.
Köken olarak bu hastalığa baktığımızda, bu hastalığın köklerinin köleci düzende olduğunu görürüz. Çünkü sınıfsal ayrışma köleci düzende başlamıştır. Eşitsizlikler köleci düzende başlamıştır. Bu sistem, insanı özgür doğasından koparmış, insanı insana kul ve köle yapmıştır; yoksulu zengine, köleyi efendisine, kölenin efendisini de düzene köle kılmıştır.
Köleci düzenden feodal düzene, ve kapitalist düzene sınıf çelişkileri derinleştikçe, sömürü yoğunlaştıkça cinsel savrulma ve sapkınlıkta boyutlanmış ve yaygınlaşmıştır.
Sonuç:
1- Eşcinsellik, sınıfsal çelişkilerden; yani sınıfların ve sömürünün varlığından beslenir. Sınıfların ve özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla ve sömürücü sınıflar içinde gündeme gelmiş ve yaygınlaştırılmıştır.
2- Toplumun sınıflara bölünmesi kadın-erkek arasındaki eşitsizliğin de kaynağı olmuştur. Bu durum eşcinselliğin beslendiği zemini yaratmıştır.
3- Yabancılaşmayı doruğuna çıkaran, insanı insan olmaktan çıkaran emperyalist-kapitalist düzen insanın özgür iradesini elinden alarak ona, her biçimde sapkınlığı zorla dayatır. Bunu da “kendi özgür tercihi” olarak sunar.
4- Eşcinsellik vb bir çürüme belirtisidir. Emperyalizm çürüyen, asalak kapitalizmdir. Emperyalizm dönemiyle birlikte eşcinsellikte olabildiğince aşırıya varmıştır.
5- Eşcinsellik, toplumsal olarak yaşanan yabancılaşmadır. İnsan türünün karşı cinsine yabancılaşması, çürümedeki son aşamadır.
6- Sınıflı ve sömürücü toplumlar her türlü eşitsizliğin, yabancılaşmanın kaynağıdır. Bu toplumsal sistem içinde insanlar özgür tercihlerini yapamazlar. Çalışmak gibi, cinsel tercihlerde dayatılır. Özgürlüğün olmadığı, dayatmanın olduğu yerde mutluktan söz edilemez. Eşcinsellik bu arayışın ifadesidir. Arayış sisteme, yabancılaşmaya yönelmediğinden mutsuzluk daha da derinleşir.
7- Uzlaşmaz sınıf çelişkilerinin son bulduğu, yabancılaşmanın kaynaklarının kurutulduğu sınıfsız, sömürüsüz toplumda (sosyalizmde), insan ile insan, kadın ile erkek, insan ile doğa, kafa ile kol emeği arasındaki ilişkilerde bir uyum sağlanacaktır. Bu zeminde her türlü sapkın düşünce ve hastalığın zemini de ortadan kalkacaktır. İnsan gerçek özüne kavuşacaktır. İnsan doğasının ifadesi olan cinsel aşk kapitalizmin pisliklerinden arınarak insanın özüne uygun hale gelecektir.